E.T.’yi çoğunuz izlemişsinizdir, ama izlemeyenler için kısaca
özetleyecek olursak; uzaylılar da bizim gibi iyi kalpli, arkadaş canlısı
ve dosttur.
En azından benim çıkardığım anlam bu. Hiçbir uzaylı
saldırısı filmi de fikrimi değiştiremez! Bu yüzden bu çağrıyı benim gibi
düşünen birçok insan adına yaptığıma inanıyorum.
Selam uzaylı biz dostuz
Sevgili astrobiyologlar, sizden çok umutluyuz, lütfen bulun ve getirin o uzaylıları bize. Kendilerini çaya bekliyoruz. Astrobiyoloji,
bir diğer adıyla egzobiyoloji, evrende yaşamın ortaya çıkışını, evrenin
biyolojik kökenini ve bu olaya etkiyen süreçleri inceleyen
disiplinlerarası bir bilim dalı.
Disiplinlerarası denmesinin nedeni
birçok bilim dalıyla etkileşim içinde olması. Hücre biyolojisi,
biyokimya, jeoloji, paleontoloji, jeokimya, organik ve inorganik kimya,
klimatoloji ve planetoloji astrobiyolojinin araştırma konuları olan
evrensel süreçleri incelerken astrobiyologlara yardımcı olur.
Basitçe
şöyle söyleyebiliriz. Diyelim ki siz bir astrobiyologsunuz. Keşfedilen
bir gezegenin yaşanılabilir olup olmadığını öğrenmek üzere astronomlarla
çalışıyorsunuz. Gezegende su olup olmadığını öğrenmek için jeologlarla
çalışır, bulunan maddeleri tanımlayabilmek için kimyacılarla, canlılık
belirtilerini incelemek için biyologlarla iş birliği yapabilirsiniz.
NASA
tarafından astrobiyolojinin temel amaçları belirlenmiş. Bunlar
astrobiyoloji çalışmalarının içeriğini ve hedefini açıkça ortaya
koyuyor.
1) Evrendeki yaşanabilir ortamların doğalarını ve bu ortamların dağılımını anlamak
2) Yaşanabilir ortamları, prebiyotik kimyayı ve Güneş Sistemi’ndeki yaşam belirtilerini keşfetmek
3) Kozmik ve gezegenlere ait belirtilerden yola çıkarak yaşamın nasıl meydana gelebileceğini anlamak
4) Dünya’daki yaşamın geçmişte gezegen sistemindeki ve Güneş Sistemi’ndeki değişimlerle nasıl bir etkileşimde bulunduğunu anlamak
5) Yaşamın çevresel sınırlarını ve evrim mekanizmalarını anlamak
6) Dünya’daki ve diğer gezegenlerdeki yaşam işaretlerinin nasıl farkına varılacağını anlamak
7) Dünya’da ve diğer ortamlarda yaşamın geleceğini biçimlendiren ilkeleri anlamak
2) Yaşanabilir ortamları, prebiyotik kimyayı ve Güneş Sistemi’ndeki yaşam belirtilerini keşfetmek
3) Kozmik ve gezegenlere ait belirtilerden yola çıkarak yaşamın nasıl meydana gelebileceğini anlamak
4) Dünya’daki yaşamın geçmişte gezegen sistemindeki ve Güneş Sistemi’ndeki değişimlerle nasıl bir etkileşimde bulunduğunu anlamak
5) Yaşamın çevresel sınırlarını ve evrim mekanizmalarını anlamak
6) Dünya’daki ve diğer gezegenlerdeki yaşam işaretlerinin nasıl farkına varılacağını anlamak
7) Dünya’da ve diğer ortamlarda yaşamın geleceğini biçimlendiren ilkeleri anlamak
Buradan da anlaşıldığı üzere astrobiyoloji özet olarak Güneş Sistemi’nin içinde ve dışında kalan gezegenlerdeki yaşanabilir ortamların araştırılması, Dünya’daki yaşamın evrensel kökenleri ve erken dönemleri üzerine araştırma yapan bir bilim dalı.
Dünyadışı akıllı yaşamlar araştırması (SETI)
Amerikan
Ulusal Havacılık ve Uzay Dairesi (NASA) tarafından Dünyadışı yaşamı
incelemek üzere birçok proje uygulanmış. Örneğin 1975’te fırlatılan
Viking 1 ve Viking 2 uzay araçları 1976’da Mars’a başarıyla inerek
Mars’ın ilk renkli fotoğraflarını Dünya’ya gönderdi.
Mars’ın yüzey
haritasının çıkarılması amacıyla çekilen bu fotoğraflara günümüzde hâlâ
kaynak olarak başvuruluyor.
1988 yılında Sovyetler tarafından uzaya
fırlatılan Phobos 1 ve Phobos 2 uzay araçları da Dünya’ya fotoğraflar
gönderdi. NASA Dünyadışı yaşam araştırmalarını geliştirmek istedi ve
1998 yılında NASA
Astrobiyoloji Enstitüsü’nü kurdu. Bir yıl sonra da
Mars Global Surveyor adlı uzay aracı fırlatıldı. Bu proje çok başarılı
oldu ve uzay aracı 2001’de harita çıkarma görevini başarıyla tamamladı.
Uzay aracıyla olan iletişim 2006 yılının Kasım ayında kesildi.
Fakat
1960’lı yıllarda ABD tarafından başlatılan ve 1971’de NASA tarafından
geliştirilen SETI projesi bu alandaki projelerin en önemlisi. Bu
projenin amacı, Dünyadışı bir uygarlıktan veya bilinmeyen başka
gezegenlerden mesaj gelip gelmediğinin saptanması. 2011’e kadar devam
eden bu proje fon yetersizliği nedeniyle durdurulmuş. Tom Pierson
yönetimindeki SETI Enstitüsü 2013 yılına kadar toplanan maddi
desteklerle projeye kaldıkları yerden devam ediyor.
Milyar Kere Milyar…
Milyar
kere milyar, hatta daha çok yıldızla dolu kozmosun keşfi aslında kendi
kendimizi keşif yolculuğumuzdur’ diyen ünlü gökbilimci ve yazar Carl
Edward Sagan için astrobiyolojinin babası diyebiliriz.
1961’de
Chicago Üniversitesi’nde fizik eğitimi almaya başlayan Sagan, evrende
bizden başka gelişmiş uygarlıkların da olabileceğini düşünüyordu.
1960’lı yıllarda doktorasını bitirip gökbilim ve astrofizik alanlarında
uzmanlaştıktan sonra Güneş Sistemi’nin keşfi için yapılan birçok projede
görev aldı.
“Muhteşem bir şey bir yerlerde keşfedilmeyi bekliyor” diyen
Sagan, çalışmaları sırasında Güneş Sistemi dışına gönderilmeye başlanan
insansız hava araçlarına evrensel mesajlar koyma fikrini ortaya attı.
Bu şekilde gönderilen ilk mesaj Pioneer 10 sondasının üzerine yerleştirilen ve üzerinde şekiller olan, altından yapılmış bir plakadır.
NASA’dan önemli keşif
Birçok
bilim adamı astrobiyoloji ve ksenobiyoloji terimlerinin eş anlamlı
olarak kullanılmasının yanlış olduğunu savunur. Astrobiyologlar,
Dünya’da olduğu gibi galaksimizdeki başka yaşam türlerinin kimyasal
yapısının da karbon temelli olduğunu varsayar. Ksenobiyologlar ise karbon şovenizmi dedikleri
ve yaşamın mutlaka karbon temelli olduğu görüşüne karşıt bir görüş ile
karbona ve oksijene gerek olmadan yaşayabilecek canlı türleri de
olduğu düşüncesini göz önünde tutar.
2010 yılının Aralık ayında
NASA önemli bir açıklama yapacağını bildirdi. Açıklamaya saatler kala
“Sonunda uzaylılar bulundu”, “İstila edilmiş olabiliriz” gibi
söylentiler hızla yayıldı. Nefesler tutulmuş bir şekilde dinlenen
açıklamada NASA bunları söylememiş olsa da biyoloji alanında çok önemli
bir keşfi duyurdu: “Arsenik ile beslenen bakteri”.
Biraz daha
geriye gidip olayların nasıl geliştiğine bakalım. Amerikan Jeofizik
Enstitüsü’nden astrobiyolog Prof. Felisa Wolfe-Simon, Arizona
Üniversitesi’nden Ariel Anbar ve Paul Davis 2009’da yayımladıkları
çalışmada, Dünya’daki bazı yaşam biçimlerinde fosforun yerini arseniğin
alabileceğini belirtti.
Bu fikir arseniğin ve fosforun Periyodik
Tablo’da birbirine yakın olmasından doğmuştu. Bunun üzerine Prof.
Felisa Wolfe-Simon yüksek miktarda tuz ve arsenik bulunan
California’daki Mona Gölü’nde çalışmalara başladı.
Bulduğu GFAJ-1 isimli
bakterinin moleküler yapısında fosfor yerine arsenik kullanılabildiği
ortaya çıktı. GFAJ-1 arsenikle besleniyor ve arsenikli ortamda
yaşayabiliyor. Aynı zamanda arseniği kendi DNA’sına ve hücre yapısına da
katabiliyor.
Bakterinin bizim de aralarında olduğumuz diğer tüm
canlılardan farklı olmasını sağlayan bu özellik gerçekten çok önemli,
çünkü ilk kez Dünya’daki yaşamın altı temel elemente yani karbon,
hidrojen, azot, oksijen, fosfor ve sülfüre bağlı olduğu kuralı
yıkılıyor.
Nerede bu kanıtlar?
.
1950’de
bir öğle yemeği sırasında hararetli bir tartışma sürüyordu. Ünlü
fizikçi Enrico Fermi’nin bu tartışma sırasında sorduğu bir soru konuyu
açıklar:
"Eğer Samanyolu’nda çok sayıda gelişmiş Dünyadışı uygarlık
varsa, neden onlara ait uzay araçlarına ya da sondalara rastlamıyoruz?"
Fermi’nin
kendi adını taşıyan, Dünyadışında yaşam olduğu tahminine karşı çıkan
bir varsayımı var. Fermi Paradoksu olarak isimlendirilen bu varsayım,
Dünyadışı varlıklar olduğu yönünde çok sayıda tahmin olmasına karşın
somut bir kanıt ya da aramızda bir iletişim olmaması arasındaki
çelişkiyi ifade ediyor.
Yıl 2013. Dünyadışı uygarlıklar olduğuna
inanmayanlar hâlâ aynı soruyu soruyor. Gerçekten uzaylılar var mı?
Öyleyse, sayıları nedir? Bu konuda ünlü gökbilimci Frank Drake’in
oluşturduğu formülden yararlanabiliriz. Dünyadışı yaşam bulunan
gezegenlerin tahmini sayısı Drake Denklemi ile hesaplanır.
Denkleme
göre olası zeki varlıkların sayısı, bazı tahmini sayıların çarpımıyla
elde edilir. Bu verilerin sonucunu yani olası Dünyadışı varlıkların
bulunduğu gezegen sayısını mutlaka merak ediyorsunuzdur.
Drake’in
günümüzden 50 yıl önce yaptığı hesaba göre 10 olan bu sayının,
günümüzde yapılan hesaplara göre 70.000 olduğu varsayılıyor. Tabii ki
hata payı olduğunu da göz ardı etmemeliyiz.
Astrobiyoloji
biliminin daha geniş kitlelere yayılmasını umut ediyoruz. Unutmayalım
bir yerlerde muhteşem bir şeyler keşfedilmeyi bekliyor.
http://indigodergisi.com/