Uzayda hayat var mı? sorusunun en güvenilir cevâbı, hiç şüphesiz, Mûcize olduğu kanıtlanmış olan, kendisinden başka tanrı olmayan Allâh’ın kitabı Kurân’dadır.
iki âyette açıkça bildirilmiştir, uzayda hayat vardır .
1- Kur’ân’ın 16’ncı sûresi olan Nahl sûresinin 49’uncu âyeti :
“ve
Allâh’a secde eder ne (var) göklerde ve ne (var) yeryüzünde dâbbeden
(kımıldayandan, canlıdan) ve melekler ve onlar büyüklenmezler .”
2- Kur’ân’ın 42’nci sûresi olan şûrâ sûresinin 29’uncu âyeti
“ve O’nun (Allâh’ın) âyetlerinden (belirtilerinden) , yaratılış (tarz)ı
gökler ve yeryüzünün ve ne yaydı o ikisinde dâbbeden (kımıldayandan,
canlıdan) ve o (onların)toplanmalarına dilediğinde kadîr (çok iyi
ölçüler koyan) .”
Bu iki âyette bahsedilen gökler,
uzaydır. Gökler kelimesi her ikisinde de çoğuldur, bu da bildiğimiz
evrende her yerde hayat olduğuna delildir .
İkinci âyetteki yaydı
kelimesi tozun yayılmasını ifâde eden “besse” fiilidir .
Bu fiil ile
ifâde edilen yayılma, tozun yayılması gibi, üste, alta, öne, arkaya,
sağa, sola, her yöne yayılmayı anlatır. Öyleyse âyette bu fiille
anlatılan, göklerde, uzayda yayılmadan anlaşılan, evrenin her bölümünde
hayatın varlığıdır. 24’üncü sûre olan nûr sûresinin 45’inci âyetinde,
bu iki âyette
Bahsi geçen “dâbbe” kelimesi tarif edilmiştir.
Bu âyette anlatılan dâbbe târifi :
1) Her dâbbe (kımıldayan, canlı) su’dan yaratıldı . (öyleyse uzayda her yerde su var)
2) Dâbbenin (kımıldayanın, canlının) bir kısmı karnı üzerinde gider, yâni sürüngendir .
3) Dâbbenin (kımıldayanın, canlının) bir kısmı iki ayağı üzerinde gider .
4)
Dâbbenin (kımıldayanın, canlının) bir kısmı dört üzerinde gider. (dört
ayaklılar ve iki ayak, iki kol üzerinde giden maymun türleri gibileri) Kur’ân’da
târif edilen dâbbe (kımıldayan, canlı) târifi budur. Göklerde, uzayda
var olan hayat budur. Yâni dünyâdaki hayat gibidir uzaydaki hayat.
Bâzı
âlimlerin, tefsircilerin dâbbe ,meleklerdir demeleri, büyük bir hatâ,
bu Kur’ân âyetlerini inkardır . 16’ncı sûre olan nahl sûresinin 49’uncu
âyetinde “ne (var) yeryüzünde dâbbeden ve melekler” sözünde “dâbbe” ve
“melekler”in ayrı ayrı anılması da “dâbbe” ve “melekler”in farklı
varlıklar olduğu anlaşılıyor .
Ayrıca meleklerin su’dan yaratılmadığı
ışıktan yaratıldığı hakkında hadis vardır. Böylece hiç şüphesiz
anlaşılıyor ki kur’ân, göklerde, yâni uzayda hayatın varlığını
bildiriyor .
Ayrıca göklerde, uzayda hayatın varlığına dâir hadisler var. Bu da ayrı bir delil olarak kur’ân’la uyumludur. Böylece bu konudaki hadislerin Kur’ân’a uygun olduğu kesinleşir .
Örnek bir hadis : “Bilim Süreyyâ’da (Ülker Takım Yıldızları’nda) olsa,
onunla birbirine kavuşur fars oğullarından (İranlılar'dan) adamlar”
Uzayda akıllı canlılar.
Uzayda hayat varmı konusu son yüzyılın insanlarının en çok merak
ettikleri konulardan biridir. İslamın bu konuda ne bildirdiği Kur’ân ve
hadislerdeki apaçık delillere rağmen tartışma konusu olmuş , bu konuda
ihtilaf edilmiş.
Hiç şüphesiz Kur’ân ve hadislerle bildirilen gerçek
uzayda hayâtın varlığıdır. İki âyetle açıkça bilrildiği gibi uzayda
dâbbe (kımıldayan) denilen canlı türleri vardır.
Bu
konuyu açıklayan “Kur’ân’da uzayda hayat” adlı yazımda buna dâir bilgi
edinebilirsiniz. O yazıda delil olan iki ayet ve bir hadis sundum.
O iki
ayet ve hadis şunlardır :
1) Kur’ân’ın 16’ncı sûresi olan nahl sûresinin 49’uncu âyeti :
“ve Allâh’a secde eder ne (var) göklerde ve ne (var) yeryüzünde
dâbbeden (kımıldayandan, canlıdan) ve melekler ve onlar büyüklenmezler
”.
2) Kur’ân’ın 42’nci sûresi olan şûrâ sûresinin 29’uncu âyeti. “ve
o’nun (Allâh’ın) âyetlerinden (belirtilerinden) , yaratılış (tarz)ı
gökler ve yer(yüzünü)n ve ne yaydı o ikisinde dâbbeden (kımıldayandan,
canlıdan) ve o (onların) toplanmalarına dilediğinde kadîr (çok iyi
ölçüler koyan) ”.
3) Hadis “Bilim Süreyyâ’da (Ülker Takım Yıldızları’nda) olsa, onunla birbirine kavuşur fars oğullarından (İranlılar'dan) adamlar”.
Bu konunun anlaşılması için öncelikle bilinmesi gereken , âlemler kelimesinin anlamıdır.
Âlemîn nedir:
Kuranda alemin kelimesini tarif eden ayetler var. 26 şuara 23’üncü ayette Firavun Hz. Musa A.S e soruyor.
1) Gökler ve yer ve ikisi arasında ne var ise hepsi (mekansal ; yükseklik ve alçaklık)
2) Şimdikiler ve ilk var olanlar (zamansal ; şimdi ve geçmiş)
3) Doğu ve batı ve arasında ne varsa hepsi ( yüzeysel ; enlilik) yani Kur’ân da bahsedilen alemin kelimesi çok boyutlu olarak evren ile ilgili bir kelimedir.
Alemin en az bunlardır ve bunlar içinde Dünya okyanusa nisbetle bir damla su kadar yer tutmaz.
Alemin Dünya'dır iddiası olanlar bir toz zerresinin Dünya olduğunu iddia etmekten bile daha beter bir küçültme yapmaktadırlar.
Kur’ân da Alemin hakkındakiler bunlardan ibaret değil. Konuyu çok uzatabilecek bir tartışmaya sebep verebilir, açıklanması zor bir konu olduğu için devamından bahsetmiyorum.
Kur’ân’da uzayda akıllı canlıların varlığını bildiren âyetler ise şunlardır;
(25 furkân 1) “mübârek oldu (o) ki inici etti (gerçeği , yanlışı) farkettireni (furkân’ı) kuluna , olur diye evrenlere bir uyarıcı”.
(6 en’âm 90) “(işte) onlar (onlar) ki (gerçeğe) iletti allâh böylece (gerçeğe) iletenine onların aynı şekilde uy, de , değil istiyorum (istemiyorum) sizden üzerine onun bir ücret, o (kur’ân) ancak hatırlatmadır evrenler için”.
(12 yûsuf 104) “ve ne istiyorsun (istemiyorsun) onlardan üzerine onun her hangi bir ücretten (bir şey) , o ancak bir hatırlatma evrenler için”.
Furkân Kur’ân’ın niteliklerinden bir niteliktir. Bu kelime kur’ân’da 7 adeddir. 7 aded olması ile evrenlerin Kur’ân da ki tariflerinden bir tarifte “gökler ve yer ve ne varsa arasında o ikisinin” cümlesiyle tarifinden anlaşıldığı gibi uzay ve ondakiler evrenlerdir.
Kur’ân'ın bildirmesi ile bildiğimiz gökler 7 kattır.
Bu ilişkide Kur’ân'ın matematik mucize yapısına işaret etmekle birlikte furkan kelimesinin gök katları adedince olması, bu ayetle ilgilendirilince Furkan'ın gök katlarının 7 adeddinin hepsine gönderildiğine işaret olur.
Furkan, iyiyi, kötüyü, doğruyu, gerçeği, yanlışı ayırd ettiren, farkettiren anlamındadır. Furkân Kur’ânda
1) Salat ve selam ona yüce Allâh’ın elçisi Hz. Muhammed (S.A.S) indirildiği bildirilir ve Kur’ân hakkında nitelik , vasıf olarak kullanılır. ( 2- bakara 185) (3 âli imrân 4) (25 furkân 1).
1) Salat ve selam ona yüce Allâh’ın elçisi Hz. Muhammed (S.A.S) indirildiği bildirilir ve Kur’ân hakkında nitelik , vasıf olarak kullanılır. ( 2- bakara 185) (3 âli imrân 4) (25 furkân 1).
Ayrıca yevmel Furkân (gerçek ve yanlışı ayırd ettiriren gün) olarak kullanılır. (8 enfâl 41).
Ayrıca mü’minlere Furkan (gerçeği , yanlışı ayırd ettiren , fark ettiren) va’dedilir. (8 enfâl 29)
Böylece salat ve selam ona yüce Allâh’ın elçisi Hz. Muhammed (S.A.S) ve ümmeti hakkında 5 âyette geçer, bunlardan biri selam onlara yüce allâh’ın elçileri Hz. Mûsa (A.S) ve Hz. Hârun (A.S) ve Hz. İsâ (A.S) hakkında ortak kullanılır.
2) Salat ve selam onlara Hz. Mûsâ (A.S) ve Hz. Hâruna indirildiği bildirilir (2 bakara 53) (3 âli imrân 4) (21 enbiyâ 48). Böylece 3 âyette selam onlara yüce Allâh’ın elçileri Hz. Mûsâ ve Hz. Hârûn
hakkında kullanılır, bunlardan biri salat ve selam ona yüce Allâh’ın
elçisi Hz. Muhammed hakkında ortak kullanılır.
Sonuç : Furkan kelimesi Kur’ân’da 3 peygamber hakkında kullanılır.
1) Salat ve Selam ona yüce Allâh’ın elçisi Hz. Muhammed (S.A.S)
2) Selam onlara yüce Allâh’ın elçileri Hz. Mûsa (A.S) ve Hz. Hârun (A.S).
3) Ayrıca 3 âli imrân 4 numaralı âyette incilin de anılması sebebiyle
selam ona yüce Allâh’ın elçisi Hz. İsâ (A.S) bu peygamberlere dâhil olabilir. Furkân evrenlere, yâni 7 kat gökler ve yer ve o ikisi arasında ne
varsa onlara uyarıcı olsun diye allâh’ın kuluna, yâni muhammede
indirildi.
Öyleyse 7 kat gökler ve yer ve o ikisi arasında ne varsa onlarda ,
yâni evrenlerde uyarılması gereken akıllıcanlılar var. Eğer evrenlerde
uyarılması gereken canlılar olmasa idi Furkân’ın onlara uyarılmaları
için indirilmesi anlamsız, saçma olurdu.
Uzayda akıllı canlıların varlığına bu hadis delildir.
İşte o hadis : “Bilim Süreyyâ’da (Ülker takım yıldızları’nda) olsa, onunla birbirine
kavuşur fars oğullarından (İranlılar dan) adamlar” Ülker’de ilim yada
îmân varsa, hiç şüphesiz orada akıllı canlılar vardır.
Kur’ân’da Furkan
kelimesinin bahsedilen 3 peygamber hakkında kullanılmış olmasının da
özel bir anlamı var. Anlaşılan bu peygamberler Dünya dışındaki bu
canlılara da peygamber olmuşlar. Buna dair hadisler de var .
Öyleyse Furkan evrensel iletişim gücü ile ilgili bir özellik
olabilir. Kaynağı nakledilmeyen bu hadisi (berakat yayınevinin ,
“Altıparmak Peygamberler Tarihi” adlı kitaptan , “Miraçtan sonra zuhur
eden vakalar” başlıklı bölümden alarak , açıklamalar ekleyerek aşağıda
yazılmıştır.)
Ayrıca
aynı kitapta birinci göğe çıkmadan önceki gökte Dünyâ göğünde (aşağı
gökte) Mi’râc’ın başlangıcındagördüklerini anlatarak salat ve selâm ona
yüce Allâh’ın elçisi şöyle diyor:
1 - “Bir Deryâ'ya eriştim denizde ve karada ne kadar
hayvan var ise o deryâda mevcût idi. Muallakta (asılı olarak havada)
duruyor ve bir damla damlamıyordu”. (ayrıca birinci kat göğe kadar olan
bölümün yıdızların tümünün içinde bulunduğu dünya göğü (alt gök) olduğu
birincigöğün dolayısıyla 7 göğün bu göğün üzerinde olduğu bu hadisin
devamından anlaşılıyor.)
Anlaşılan bu hadiste bildirilen canlılar insan
ve cin türü ileri akıl seviyesinde olmayan hayvan türü canlılardır.
Âyetler ve hadislerle bildirildiği gibi hayvanlarında aklı vardır. Ancak
asıl konu edindiğimiz , insanların akıl seviyesine benzer akıllı
canlılardır.
Aşağıdaki konular bu tür ileri akıl seviyesindeki canlılara
dâirdir.
Rasulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) buyurdu ki, “Cebrâîl
Aleyhisselam beni Ye’cûc ve Me’cûc tâifesine iletti. Onları îmâna ve Allâh’u Teâlâya ibâdete da’vet ettim.
Açıklama; Hakkında pek çok hadis
olan Ye’cûc ve Me’cûc’un Mi’râc konusunda olması göklere yapılan
yolculuk sebebiyle, uzayda olması muhtemel canlılar olarak düşünülmesi
mümkün.
Ancak buna dair şüphesiz bir delilim yok. Ye’cûc ve Me’cûc’un Dünyâ da var olması mümkün olabilir.
Zülkarneyn'in onları hapsettiği ile
ilgili âyet ve hadisler var.
Zülkarneyn'in onları dünya da bir yerde
hapsetmiş olması mümkün olsada buna dâirde kesin bir bilgim yok. Uzayda
olması muhtemel akıllı canlılara bunlar örnektir.
Öyleyse Ye’cûc ve Me’cûc ile ilgili tüm âyetler ve hadisler uzayda hayat konusuyla ilgili
olarak incelenmelidir. Bu kavmin akıllı canlılar oldukları fakat insan
olmadıkları bildilmiştir.
3) “Sonra
beni şehre ilettiler ki , biri meşrıkta (doğuda) , diğeri meğribde (batıda) idi. Bu şehirlerin her birininiki bin kapısı var idi. İki
kapısının uzaklığı bir fersah idi” (bir fersah yaklaşık 5 kilometre).
Açıklama; 2000 kapı var ve her kapı arasındaki uzaklık 5 kilo metre .
Öyleyse bu şehirlerin çevresi 2000 x 5 = 10 000 kilometre. Eğer bu
şehirler dairesel şekilde iseler. 10 000 bölü 3,14 = 3 184 , 713 .
Yani
eğer bu şehirler dâiresel şekilde iseler genişlikleri 3 bin 184 kilo
metre olur. Bu kadar büyük bir şehir Dünya'da yok, bilinen tarihtede yok.
Öyleyse bu şehirler dünya dışında, uzayda olan şehirler olabilir.
Ev durumu hesabı;
3 184 000 metrelik çapı olan bu şehrin yarı çapı 1 592 000 metre ,
alanı 1592 000 x 1 592 000 x 3. 14 = 7 958 216 000 000 metre kare
ortalama 2000 metre kare alanabir ev olsa 7 958 216 000 000 bölü 2000 = 3
979 108 ev yapılabilir.
Aşağıdaki hesaba göre 44 milyar 160 milyon olan
nüfusa göre; 44 160 000 000 bölü 3 979 108 = 11 097 kişi bir evde
yaşamak zorunda olacaktır.
Öyleyse bu canlıların evleri çok katlı olmak zorundadır . Bir ailede 6 kişi olsa bir evde (11 097 bölü 6 =) 1849 daire olmak zorundadır.
Bu türde bir ev ileri teknoloji gerektiren gökdelen türü ev olmak
zorundadır. Bu tür bir yerleşimin mümkün olması, Dünya'nın genişliği ile
hesaplanırsa, dünya nüfûsu arttıkça Dünya'nın insanlar için yeterli
olmayacağı endişesinegerek olmadığı , gelişen teknoloji ile uygun
çözümlerin bulunabileceği anlaşılır.
İbrânî dili konuşurlardı.
Kur’ân ve hadislerde bahsedilen âd kavmi ile ilgili tüm bilgiler
uzayda hayat konusuyla ilgili olarak incelenmelidir.
Bu kavmin akıllı
canlılar oldukları , islamı kendilerine tebliğ eden peygamberleri olduğu, cennete çağırıldıkları ve cehennemle uyarıldıkları âyet ve hadislerle
bildirilmiştir.
Selam ona sâlih peygambere îmân etmiş olmalarına
gelince.
Âd kavmine pek çok peygamber gönderilmiş , sonunda Selamona Hz. Hûd
peygamber gönderilmiş ve Kur’ân’da Hz. Hûd' un kavmi olarak târif edilmişler. Hz. Hûd’a îmân etmedikleri için helak edildiler.
Ardından Semûd kavmine Hz. Sâlih peygamber gönderildi. Âd kavminden olan mü’minler ise helak
edilmediler. Bu hadiste bildirilen Âd kavminden kurtulan mü’minlerin Semûd kavminin peygamberi Hz. Sâlihe de îmân ettikleridir.
Mağrib de
(batıda) olan şehir ise Süryânî lisâniyle konuşurlardı. Her kapıda on
bin kişi silâhıyla beklerdi. Her ay bu on bin kişi gider başka on bin
kişi gelirdi.
Kıyâmete kadar böyle olup , bir gelene bir daha nöbet
gelmez.
Tahmînî bir hesap ;
2000 kapı , her kapıda 10 000 asker. 2000 x 10 000 = 20 000 000 (20
milyon asker). Peygamberimizin yaşadığı çağda insanların toplamı bile
ancak bu kadar olabilir. Öyleyse 20 milyon askeri olan iki şehrin Dünyâ'da olması imkansız.
Aradan geçen 1400 küsür yılda insanların nüfûsu
en az 1000 kat artmış olmalı. Buna rağmen , yeryüzünde 20 milyonlu
askeri olan hiç bir ülke yok. Onların sayısı da artıyordur...
20
milyon asker çıkaracak bir toplumun nüfûsu asker sayısının en az 4 katı
olmak zorundadır.
Öyleyse bu iki şehrin her birinin nüfûsu : (20 000
000 x 4 = 80 000 000) 80 milyon her ay, her kapı için 10 000 asker
çıkaran topluluğun nüfûsu . Ümmeti Hz. Muhammed (S.A.S) gibi ortalama 65 yıl
yaşıyorsalar, 20 yaşında asker oluyorsalar, 65 yaşına kadar
kendilerine nöbet sırası gelmemesi için ; 65 - 19 = 46 yıl başkaları
nöbet tutmalıdır.
Öyleyse 46 yılın her ayı için 46 x 12= 552 ay için , her kapı için 10 000 asker
çıkaracak toplum adedinin 552 katı bir toplum var olmalıdır . Öyleyse
her kapı için 10 000 asker çıkaran toplum adedi (80 000 000) 80 milyonun
552 katı bir toplum olmalıdır. 80 000 000 (80 milyon ) x 552 = 44 160
000 000 (44 milyar 160 milyon) . Yani bu toplumun nüfûsu 44 milyar
civarında olmak zorundadır.
Dünya'nın şimdiki nüfûsu tahmini olarak 7
milyar civârındadır. Bu iki toplum 1400 yıl önce dünyanın toplam
nüfûsunun 6 katı nüfûsa sahip imiş.
Aradan geçen 1400 yılda 1000 bin
kat artmış olsalar her birinin şimdiki nüfusları 44 160 000 000 x 1000 =
44 160 000 000 000 44 tirilyon 160 milyar olmalıdır.
Bu durumda bu
iki şehrin her biri Dünya nüfûsunun 44 160 milyar bölü 7 milyar = 6
308 (6 bin 3 yüz 8) katı nüfûsa sahiptirler.
Onları dine da’vet ettim ve ibâdet ta’lim ettim. Kabul ettiler.
Cümlesi islâma geldiler. Onlar bizimkardeşlerimizdir. Onların iyileri ,
bizim iyilerimizle , onların kötüleri , bizim kötülerimizle olurlar.
Sonra
beni üç tâifeye daha ilettiler ki , onlar hâlâ Allâh’u teâlâdan gayri
düşman bilmezler Allâh’ın düşmanlardırlar. Adları (mensek) , (te’vil
ve mâiris) dir. Onları dîne da’vet ettim, kabul etmediler. Cümlesi
cehennemde olurlar.
Hz.
Habîbi Ekrem (S.A.S) “Sallallâhu Aleyhi ve Sellem” buyurdu ki , hak teâlâ (Allâh) Mi’râc’dan dönüşte beni Hz Mûsâ Aleyhisselâmın kavmine iletti.
Onlara selâm verdim. Selâmımı aldılar. Cebrâîl Aleyhisselâm beni onlara
tanıttı.
Benim âhir zamanda geleceğimi , nübüvvetimi (peygamberliğimi)
ve vasfımı kitablarında görmüşler ve peygamberlerinden işitmişlerdi.
Cümlesi koşup yanıma geldiler ve bir birlerine müjdeler verip etrâfıma
toplandılar. Onlara islâmı arz ettim (sundum).
Cümlesi (hepsi) islâmı
kabul ettiler ve dediler ki , hak teâlâ (Allâh) , Hz. Mûsâ Aleyhisselâma
senin peygamberliğini haber vermiş idi. Hz. Mûsâ Aleyhisselâm bize vasiyet
etmiş idi. Biz senin gelmeni bekliyorduk ve senin cemâlini (güzelliğini)
görmeye âşık idik. Elhamdu lillâh bu devlete (ni’mete) vâsıl olduk (ulaştık).
Resûlullâh
“sallallâhu aleyhi ve sellem” buyurdu ki, onların arasında bir çok
şeyler müşâhede ettim. Benizleri sarı, elbiseleri yünden idi. Evleri hep
aynı yükseklikte ve tek kat idi.
Kabristanları evlerine yakın,
mescidleri evlerine uzak ve kapıları açık idi. İçlerinde zengin ve fakir
yok, hepsinin mâlî vaziyeti aynı. Dükkânları açık. Kendileri
mescidlerde i’tikâf ederler. Çocukları doğsa ağlarlar. Bir kimse ölse
sevinirler. Onlara süâl ettim (sordum) : (siz ne din üzeresiniz?) Dedim.
Dediler ki: (Allâhü Teâlâya ve meleklerine ve kitaplarına ve
peygamberlerine îmân ettik. Kazâsına (bize ne uygularsa) râzıyız.
Ni’metlerine şükrederiz , belâlarına sabr ederiz bir birimize düşmanlık
etmeyiz.
Cümlesinin
(hepsinin) malları aynıdır. Tâ ki kimse diğerine hased etmesin. Hak
teâlânın (Allâh’ın) rızâsını,nefislerimizin hevâsına (isteklerine)
tercih ederiz. Bilmediğimizi öğrenmeye çalışırız ve bildiğimiz ile amel
ederiz.
Aslâ gıybet etmeyiz. Mâlayânî (boş söz) söylemeyiz. Gündüzleri
oruç tutar , geceleri ibâdet ederiz. İbâdetten maksadımız (amacımız)
derecâtı âhirettir (Ahiret dereceleridir) ve rızâyı rabbul izzettir
(azîz Allâh’ın rızasıdır). Emri bil ma’rûf (iyiliği emreder) ve nehyi
anil münker ederiz (kötüğü bilinenden men ederiz).
Her ne gelirse
sabrederiz. Dünyâ fakirliğini, âhiret zenginliği için isteriz. Ni’meti
fânîyi (geçici ni’meti) , ni’meti bâkî (kalıcı ni’met) için kabul
etmedik. Hz. Mûsâ Aleyhisselâm bize ne vasiyetler etti ise ona göre amel
ettik. Ömrümüzün sonuna kadar bu hâl üzere olmağa kasd etmişiz).
Resûl Aleyhisselâm buyurdu ki, onlardan süâl ettim (sordum) :
---- Benizleri neden sararmıştır?
---- Allâhuteâlânın korkusundan, dediler.
---- Kaftanlarınız niçin hep yündendir?
---- Peygamberlerin elbiseleri böyle olduğu için.
---- Evleriniz neden hep aynı boydadır?
---- Bâzımız bâzımız üstünde olmak istemeyiz ve rüzgârı ve güneşi bir birimizden men eylemeyiz.
---- Kapılarınız niçin hep açıktır?
---- Aramızda hâin ve hırsız yoktur.
---- Dükkânlarınız niçin açıktır?
---- Bir kimseye bir şey lâzım olur ise, alıp, parasını koysun diye açık tutarız.
---- Mescidleriniz niçin uzaktır?
---- Adımlarımız çok olsun ve sevâbımız ziyâde (çok) olsun diye.
---- Kabristanlarınızı (mezarlıklarınızı) niçin evlerinize yakın yaptınız?
---- Ölümü unutmayalım diye.
---- Çocuklarınız olsa ağlarsınız, ölse gülerseniz, neden?
---- Doğan zindana ve habis hâneye gelir. Ölen rabbisine gider, zindandan kurtulur da ondan.
---- İçinizde hiç hasta görmedim, niçin?
---- Hastalık günahlara keffârettir. Biz günah etmeyiz. Var sayalım bir kimse günah işlese, gökten ateş gelip onu yakar, helâk
eder.
Dünyâ'da
günah işlenildiğinde gökten gelen ateşle yakılmak adeti olan, hiç
günah işlemeyenler toplumu olduğuna dâir bir bilgi yok. Öyleyse bu
toplum dünya dışında bir yerdedir.
Bu süâl (soru) ve cevaplardan sonra dediler ki: (Yâ Resûlullâh, bize şerîatı ta’lîm eyle ve bize vasiyyet eyle).
Onlara şerîat ta’lîm ettim ve hâllerine uygun şekilde vasiyyet ettim. Ey kavim! Belâlara sabr edin.
Hak teâlâdan (Allâh)’dan korkun. Sabretmeğe ondan yardım isteyin. Hiç bir şey ile övünmeyin. Amelleriniz ile riyâ etmeyin.
Hak (Allâh) Celle ve Alânın rahmetine i’tikad edin. Dâimâ havf (korku) ve recâ (ümit) üzere olun. Eğer benimle ve Hz. Mûsâ Aleyhisselâm ile haşr olmak isterseniz bu vasiyyetlerimi tutun) dedim. Selâm verip ayrılmak istedim.
Dediler ki (Yâ Resûlullâh, hazretinden iki ricâmız vardır:
Birincisi :
Duâ buyurun, hak (Allâh) teâlâ yeryüzünü bizim için kısaltsın. Her
sene Kka’beyi muazzamayı haccedelim. Zîrâ yerimiz çinden ötededir. Tayyi
mekân (yerin kısaltılması) olmayınca haccetmek müyesser (kolay) olmaz.
Buradaki “Çin'den ötededir” sözü Dünyâ'da olması ihtimalini, özellikle o zamanlarda henüz keşfedilmemiş olan, okyanus ada ülkeleri veyâ Amerika kıtasında olması ihtimâlini düşündürüyorsa da, aşağıda anılan Mi’râca iniş ve çıkışın aynı yerden , Kudüs'ten olması sebebiyle , bu anlatılanlar sırasında henüz Dünyâ'ya dönmemiş olması beklenir.
Bu durumda şüphesiz olmamakla birlikte , çinden ötede sözünden uzayda anlamının olması düşünülebilir.
İkincisi :
Hak teâlâ bizi halkın gözünden örtsün. Halka bizi göstermesin. Düâ ettim. Hak (Allâh) teâlâ kabul etti. Her sene gelip haccederler. Hiç kimse onlar görmez.
Hacca gelmeleri Dünya'da olmaları ihtimalini düşündürüyor haklı olarak. Ancak mekanın kısaltılması duası ve duanın kabul edildiğinin bildirilmesi dünya dışından gelmek imkanı bulmaları anlamına da gelebilir.
Hakkında fazla bilgimiz olmayan bu kişlerin gelişmiş uzay yolculuğuna uygun araçlarının olup olmadığını da bilmiyoruz.
Bu durumda görünmez olmaları isteklerinin yalnızca hacca gelişleri ile ilgili olmasına bakarak , görünmez olmak dileklerinin insanlardan gizlenmek olması sebebiyle , bulundukları mekanın insanların görme ihtimalinden uzak bir yer olması da uzayda olmaları ihtimaline destek olur.
Dünya'da yaşayan ve islama uymuş olup yalnızca hac yolculuklarında görünmeyen bir müslüman topluluk olduğuna dair bir bilgi de yok.
Bilmediğimiz halde bu durumda olan birileri olması ise çok zor. İslama tam olarak uyan ve sadece hacca gidişleri hakkında bilgi olmayan bir müslüman topluluk var ise, özellikle büyük okyanus veya amerikada onlardan bu kişiler oldukları konusunda şüphelenebiliriz.
Böyle bir tesbit olmadıkça, uzaylı olmaları ihtimali dahilinde olacaktırlar. Tek katlı evi olan müslümanlardan oluşan bir medeniyet olsaydı yeryüzünde bu durum çok meşhur olur ve herkes bilirdi.
Buyurdular ki, ondan sonra cinnîlerden çok tâifeye (Cemate) uğradım. Bana gelip selâm verdiler. Selâmlarını aldım.
Kelimeyi şehâdeti söylediklerini işittim. Bana dediler ki, (bize dînini (sun) arz eyle). Cinnîlerden ayrılıp beyti mukaddese (Kudüs'e) geldim. Burakı bağladığım halkada gördüm……
Görüldüğü gibi Rasûlullah dönüşte göğe çıktığı yere geri döndü.
Dönüşünden önce anlatılan şeylerin ise Dünya dışında gökte, yani uzayda olduğu bellidir. Başka yere inmiş olup tekrar Kudüs'e döndüğüne dair hiç bir bilgim yok.
Bu durumda Kudüs'e gelmesinden önce anlattıklarının Dünya'da olduğunu
iddia etmek yanlış olur. Ayrıca göğe çıkış ve iniş için kullanılan
aracın, göğe çıktığı yer olan “Mi’râc” adlı asansör olduğu , Mi’râc’ın
başlangıcını anlatan, başlangıç hadislerinin içinde var.
Ve bu hadiste göğe çıkış ve inişin bu Mi’râc’dan (çıkış aracından) yapıldığı bildiriliyor. Bu durumda kesinlik oluşturur ki kudüse gelmeden önceki konular gökte, uzayda geçen konulardır.
Öyleyse bahsedilen tebliğ yapılan toplumlar uzayda yaşayan akıllı canlı türleridir.
Bu canlı türlerinin biçimsel özellikleri hakkında bilgim yok, ancak Ye’cûc ve Me’cûc adlı canlıları târif eden pek çok âyet ve hadis var. Bunlar insan olmayan akıllı canlılardır.
Kıyâmetin alâmetlerindendir Ye’cûc ve Me’cûc topluluklarının dünyâyı işgal etmesi. Bu hadislere göre yüksek ihtimalle gökte, uzayda olan, bu canlıların, yâni uzaylıların dünyâyı işgali kıyâmet alâmetlerindendir.
Ye’cûc ve Me’cûc hadislerinden :
1) “Ye'cuc ve Me'cuc'dan her fert neslinden bin çocuk bırakmadıkça ölmez”.
2) «onlar üç sınıftır; birinci sınıf erz (büyük ağaç) gibidir, İkinci sınıf, dört arşın uzunluk ve dört arşın da genişliktedir, üçüncü sınıfta (uzun) kulaklarından birini yatak yapar ikincisini yorgan yapar».
Açıklama :
Birinci sınıf ; Erz ağacı gibi canlılar. Erz ağacı 120 arşın (81 metre 60 santim) boyundadır. Öyleyse muhtemelen bu canlılar 81 metre boyundadırlar.
İkinci sınıf ; 4 arşın boyu 4 arşın genişliği olan canlılar , yâni en az 2 metre 72 santim boyu , 2 metre 72 santim gövde genişliği olan canlılar, tonlarca ağırlıkta canlılar.
3) Sahîh-i Müslim'de ki bir hadisde peygamberimizin Hz. Muhammed (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurduğu bildirilmektedir: “Cenâb-ı Hak, Yecüc ve Mecücü gönderir. Bunlar yüksek yerlerden akın edeceklerdir.
Bu sûretle öncüleri taberiye gölüne uğrayacak ve içindeki suyu içecekler. Sonra gelenler de oradan geçecekler ve; vaktiyle burada çok su varmış, diyeceklerdir. (bu sırada yeryüzüne tekrar gelen)
Nebiyyullah : Allahü teâlâ'nın peygamberi Hz. İsâ (A.S) ve Eshâbı (Berâberindekiler), Tûr dağında mahsur kalacaklar.
Öyle ki muhâsaranın şiddetinden bir öküz başı, onlardan her biri için, bugünkü paranızla yüz dinârdan daha makbul olacak. Bunun üzerine Nebiyyullah Hz. İsâ (A.S) ve eshâbı, onların belâsından kurtulmak için Allahü Teâlâya yalvarırlar.
Allahü teâlâ onların duâsını kabul edip, Yecüc ve Mecüc kabîlesinin enselerine, Nugaf denilen küçük kurtçukları musallat eder. Sabahleyin hepsi de Allahü Teâlânın kudretiyle tek bir kişi gibi, bir anda helâk olurlar...
Sonra Hz. İsâ (A.S) ve eshâbı, tûr dağından yere inerler. Yeryüzünde onların kokmuş leşlerinin olmadığı bir karış yer bulamazlar. Hz. Îsâ (A.S) ve eshâbı, yine Allahü Teâlâya yalvarırlar; Cenâb-ı Hak, Horasan develerinin boyunları gibi kuşlar gönderir.
Onlar leşleri alıp Allahü Teâlânın dilediği yere atarlar. Sonra cenâb-ı hak, pekçok yağmur indirir ki, hiçbir ev ve çadır, yağmuru geçirmeye engel olamaz. O yağmur, bütün yeryüzünü tertemiz, yemyeşil bir hâle getirir.
Sonra yeryüzüne: meyvelerini bitir. Evvelki gibi feyz ve bereket ver, diye emrolunur. İşte o gün bir cemâat, tek nardan yiyip doydukları gibi, onun kabuğu ile de gölgelenirler. Otlağa gönderilen deve, sığır, koyun ve keçilerin de sütleri bereketli olur.
Öyle ki sağmal devenin sütü, kalabalık bir cemâati, sığırınki bir kabîleyi, koyunun sütü de yakın akrabâdan bir cemâati doyurur. İşte bunlar, böylece bolluk içinde huzurlu bir hayat geçirirken, Allahü Teâlâ hoş bir rüzgâr gönderir.
Bu latîf rüzgâr onları koltuklarından tuttuğu hâlde, her mümin ve Müslümanın rûhları kabz olunur. Ortada en şerli insanlar kalır. O zaman da birbirleriyle boğuşurlar. Eşekler gibi halkın huzûrunda alenen zinâ ederler. İşte bu fenâ kimseler üzerine de kıyâmet kopar.”
Onlar şöyle diyecekler: yerdekilerini öldürdük; gelin göktekileri de öldürelim. Bunun üzerine oklarını göğe atacaklar. Allahda onları kana bulamış bir halde geri çevirecek.
Hz. İsa (A.S.) Arkadaşlarıyla birlikte onların şerrinden kurtulmaları için Allah'a dua edecekler. Allah onlara gökten boyunlarındaki kanı emmek için kurtlar gönderecek, hepsi ölecekler..
Ses ve sedaları çıkmaz olacak. İçlerinden biri sağ kalacak ve şöyle haykıracak: "Ey müslümanlar! Allah sizi düşmanınızdan korudu belasını verdi."
Bunun üzerine şehirlerden kalelerden dışarı çıkacaklar, bağlı hayvanları da salıverecekler. Hayvanlar onların etlerinden başka bir şey bulamıyacaklar. Yeyip semizleşecekler.
Allah'ın peygamberi Hz. İsa (A.S) ve arkadaşları yere indiklerinde yerin onların yağ ve iaşelerinin kpkularıyla dolup taşdığını bulacaklar leş kokusundan geçilmez olacak.
Çaresiz Allah'a dua edecekler. Allah bir rüzgar gönderecek. O rüzgar hem onları iyileştirecek hem de karşılaştıkları iaşeleri denize savurup atacak. Bunun ardından Cenab-ı Hak bolca yağmur yağdıracak her tarafı ayna gibi tertemiz yapacak. O kadar temiz olacak ki yeryüzü kişi bakınca bir ayna misali yüzünü orada görecek.
Sonra yere:
"Hadi meyveni ver ve bereketlen!" denecek. Anında yeryüzü bereketle dolacak nar ağaçları bollaşacak. Müslümanlar hem narı yiyecek. Hem de ağaçların gölgesinde dinlenecek. Müslümanlar Ye'cuc-Me'cuc'ün silah, alet ve edevatını da tam yedi sene odun yerine yakacaklar.»...
Ye’cûc ve Me’cûc konusunda sunulan hadisler , bunların akıllı canlılar olduğunu isbat ediyor, bu konuda âyetler de var. Ancak sunulan hadisler bunların uzaylı canlılar olduğuna işâret eden delillerdir.
Daha zayıf delil oluşturmakla birlikte dünyâlı olduklarına dâir zan oluşturacak hadisler de vardır. Her şeye rağmen uzayda akıllı canlılar olduğu âyetlerle isbat edildi bu yazıda.
Sonuç :
1) Uzayda hayat var. (delili âyet ve hadis).
2) Uzayda İnsan ve Cin türünün akıl seviyesinde , akıllı canlılar var. (Delili âyet ve hadis). ( Kur’ân, sûre 20, âyet 47) “…ve sağolsun kim uydu (gerçeğe) iletene”. (Kur’ân, sûre 1,âyet 1) “Övgü Allâh’a düzenleyeni evrenlerin”.
3) Uzaylı insanlar. Kur’ân’ın âlemlere; evrenlere gönderildiğini bildiren bâzı âyetler:
a) (25 furkân 1) “mübârek oldu (o) ki inici etti (gerçeği , yanlışı)
farkettireni (furkân’ı) kuluna , olur diye evrenlere bir uyarıcı”.
b) (6 en’âm 90) “(işte) onlar (onlar) ki (gerçeğe) iletti allâh
böylece (gerçeğe) iletenine onların aynı şekilde uy, de, değil
istiyorum (istemiyorum) sizden üzerine onun bir ücret, o (kur’ân) ancak
bir hatırlamadır evrenler için”.
c)
(12 yûsuf 104) “ve ne istiyorsun (istemiyorsun) onlardan üzerine onun
her hangi bir ücretten (bir şey) , o ancak bir hatırlama evrenler için”.
d) (38 sâd 87) “o (Kur’ân) bir hatırlamadır (zikirdir) evrenler için”.
d) (38 sâd 87) “o (Kur’ân) bir hatırlamadır (zikirdir) evrenler için”.
e) (68 kalem 52) “ve ne o (Kur’ân) ancak bir hatırlama evrenler için”.
(81 tekvîr 25) “ve ne (değil) o sözüyle (birlikte) şeytanın taşlanmışının”.
(81 tekvîr 26) “böyle iken nereye gidiyorsunuz”.
(81 tekvîr 27) “o (Kur’ân) bir hatırlamadır (zikirdir) evrenler için”.
(81 tekvîr 28) “kim için (ki) diledi sizden ayakta durmayı (doğru yolda olmayı)”.
(81 tekvîr 29) “ve ne diliyorsunuz ancak dilemesi Allâh’ın düzenleyeni (Rabbı) evrenlerin”.
(81 tekvîr 25) “ve ne (değil) o sözüyle (birlikte) şeytanın taşlanmışının”.
(81 tekvîr 26) “böyle iken nereye gidiyorsunuz”.
(81 tekvîr 27) “o (Kur’ân) bir hatırlamadır (zikirdir) evrenler için”.
(81 tekvîr 28) “kim için (ki) diledi sizden ayakta durmayı (doğru yolda olmayı)”.
(81 tekvîr 29) “ve ne diliyorsunuz ancak dilemesi Allâh’ın düzenleyeni (Rabbı) evrenlerin”.
Bu
âyetler âlemlerde, yâni gökler ve yer ve ikisi arasında, yâni uzayda,
evrende yaygın olarak akıllı yaşamın var olduğunu ve Furkân’ın, Kur’ân’ın onları uyarması için Allâh’ın kuluna, Salat ve Selâm ona yüce
Allâh’ın elçisi muhammede indirildiğ ni bildiriyor.
Âlemlerde İnsan ve Cin benzeri yüksek akıllı canlılar olduğunu bildiren bir çok âyet var.
Âlemîn ; evrenler nedir :
Kur’ân'da alemin kelimesini tarif eden ayetler var.
26 şuara 23’üncü ayette Firavun Hz. Musa'ya soruyor; “dedi Firavun ve ne düzenleyeni (rabbi) aleminin”
Cevap 1 : (26 şuara 24) = “dedi düzenleyeni (Rabbi) gökler ve yeryüzünün ve ne (varsa) arasında o ikisinin oldunuz ise yakînen bilenler”
Cevap 2 : (26 şuara 26) = “dedi düzenleyeniniz (Rabbiniz) ve düzenleyeni (rabbi) babalarınızın ilklerinin”
Cevap 3 : (26 şuara 28) = “dedi düzenleyeni (Rabbi) doğu ve batının ve ne (varsa) arasında o ikisinin oldunuz ise aklediyorsunuz”
Öyleyse âlemîn :
1) Gökler, yer ve ikisi arasında ne var ise hepsi (mekansal; yükseklik ve alçaklık)
2) Şimdikiler ve ilk varolanlar (zamansal ; şimdi ve geçmiş)
3) Doğu ve batı ve arasında ne varsa hepsi (yüzeysel ; enlilik) Yani kuranda bahsedilen “âlemîn” kelimesi çok
boyutlu olarak evren ile ilgili bir kelimedir.
Bu kelime çoğuldur, bu
sebeple evren değil evrenler kelimesi tam karşılığıdır. Gökler ve yer ve
o ikisi arasında ne varsa uzaydadır, öyleyse âlemîn, evrenlerdir,
uzaydır.
Alemin
en az bunlardır ve bunlar içinde Dünya okyanusa nisbetle bir damla su
kadar yer tutmaz. Alemin dünyadır iddiası olanlar bir toz zerresinin
dünya olduğunu iddia etmekten bile daha beter bir küçültme
yapmaktadırlar.
Kuran'da alemin hakkındakiler bunlardan ibaret değil. Konuyu çok uzatabilecek bir tartışmaya sebep verebilir, benim bilgim
ile açıklayamadığım için, devamından bahsetmiyorum.
Uzayda; evrenlerde; âlemînde akıllı varlıklar, canlılar ve insanlar ve cinler olduğuna
delil olan bâzı âyetler. (3 âli imrân 42) “ve dediğinde melekler ey
meryem elbette Allâh süzerek seçti seni ve temizlenici etti seni ve
süzerek seçti seni üzerine kadınlarının evrenlerin”.
Bu
âyettende evrenlerde kadınların bulunduğu, dolayısıyla erkeklerinde
bulunduğu anlaşılıyor. Kadınlar anlamındaki “Nisâ” kelimesinin hayvanlar
hakkında kullanılışına dâir bir bilgim yok. Bu kelime insanlar hakkında
kullanılıyor.
Öyleyse bu âyet uzayda, alemlerde, evrenlerde insanların varlığını
da bildiriyor. (3 âli imrân 96) “elbette ilki evin elbet (o) ki konuldu
insanlar için elbet (o) ki bekkededir (mekkededir) mübârek olarak ve
(gerçeğe) ileten (hidâyet) evrenler için”.
(3 âli imrân 97) “onda
belirtilerin (âyetlerin) apaçık olanları (var) ayakta durduğu yer
(makâmı) ibrâhîmin ve kim girdi ona oldu güvende olan ve Allâh için
üzerine insanların (görev) haccedilmesi evin (ka’benin) kim gücü yetti
ona yolca ve kim küfretti (nankörlük etti, kâfir oldu) böylece elbette
Allâh ganî(dir) (ihtiyaçtan uzaktır) evrenlerden”.
İnsanlar
toplumu için konulmuş olan evlerin ilki evrenlere bereket kaynağı , yol
gösteren, (gerçeğe) ileten, hidâyet. Ev insanlar için konulmuş
olduğuna göre ve evrenlere yararlı ise evrenlerde insanlar var ki
evrenlere yararlı. Öyleyse âlemlerde, evrenlerde insanlar var.
Haccetmek
evrenlerdeki insanlarında görevi, eğer ona ulaşacak bir yola gitmeye
güçleri yeter ise. Mi’râc hadislerinde hacca gidebilmek için salat ve
selâm ona yüce allâh’ın elçisinden yollarının kısaltılması için duâ
isteyen mûsâ kavminden olan müslümanların durumu bu âyet ile uyumlu bir
durum.
Selâm ona yüce Allâh’ın elçisi Hz. Lût (A.S) e melekler insan şeklinde geldiklerinde, onun toplumunun kâfirlerinin sözünü nakleden bir âyet de bu konuya delildir. (15 hicr 70) “dediler men etmedikmi seni evrenlerden”.
Hz. Lût’u
men ettiklerini söyledikleri kişiler insan şeklindeki melekler idi,
onlar evrenlerin birinden gelen bu yabancı insanlardan onu men
ettiklerini söylüyorlar. Bu konuda, bu bilgiyi, âlemlerden bir takım
insanların varlığını yalanlayan bir açıklama bulunmaması sebebiyle
âlemlerde, evrenlerde insanların var olduğuna dâir kuvvetli bir zan
oluşuyor bu âyet.
Çünkü eğer evrenlerde bir takım insanlar olmasaydı bu
konu içinde bir açıklama olması beklenirdi. Aksine evrenlerde insanların
var olduğuna işaret ediyor bu ayet.
Selam onlara Hz. Meryem ve oğlu Hz. İsâ’dan bahseden bir âyet.
(21
enbiyâ 91) “ve (o bayan) ki kuvvetle korudu fercini böylece üfürdük
onun içine (bayanın içine) canımızdan (rûhumuzdan) ve ettik onu (bayanı)
ve onun oğlunu bir belirti (âyet) evrenler için”.
Hz. Meryem ve oğlu Hz. İsâ (A.S)’dan, evrenlere, Allâh'ın bildirdiklerinin gerçekliğinin belirtisi, âyet olarak söz edilmesi , evrenlerde bu âyetten bilgi edinerek, ibret alarak Allâh’a îmân etmesi beklenen akıllı varlıkların olduğuna delildir.
(21 enbiyâ 106) “elbette bunda (Kur’ân’da) elbet bir tamamını ulaştırma (var) kavmi için kulluk edenlerin”.
(21 enbiyâ 107) “ve ne gönderdik (göndermedik) seni ancak bir rahmet olarak evrenlere”.
(21 enbiyâ 108) “de elbette ne (başka değil) vahyedilir bana, elbette ne (başka değil) tanrınız tanrının bir olanı böylece siz teslim olanlarmısınız (müslümanlarmısınız)”.
Bu
âyetlerde, Kur’ân kendisine verilen Salat ve Selâm ona yüce allâh’ın
elçisi Hz. Muhammed (S.A.S) in kullara ulaştırmakla görevli olduğu görevin tek
tanrıya, onun kitabı Kur’ân’a çağrı olduğu ve görev alanının evrenler
olduğu açıklanıyor.
O evrenlere, gökler ve yer ve o ikisi arasında ne
varsa hepsine rahmettir, merhamettir. Öyleyse bu âyetler evrenlerde,
gökler ve yer ve o ikisi arasında ne varsa onlarda bu göreve, çağrıya
uymakla sorumlu akıllı varlıkların, canlıların varlığına delildirler.
Âyetlerin
sonunda bu çağrının sonucu olarak çağrılanların yüce Allâh’a teslim
olanlar, Müslümanlar olmaları bekleniyor. Müslüman olması için çağrı
yapılan kişilerin ise insanlar ve cinler olduğunu Kur’ân’ın bildirmesi
ile bilmemiz sebebiyle anlaşılır ki evrenlerde, gökler ve yer ve o
ikisinin arasında ne var ise onda özellikle İnsanlar ve Cinler vardır.
Öyleyse bu âyet evrenlerde, gökler ve yer ve o ikisi arasında ne
varsa onlarda Kur’ân’dan, Kur’ân’ın hatırlatıcılığından ibret alacak ,
gerçeği hatırlayacak , düşünecek , uyacak , sorumlu , akıllı varlıkların
, canlıların varlığına delildir.
(68 kalem 52) “ve ne o (Kur’ân) ancak bir hatırlama evrenler için”.
Öyleyse bu âyet evrenlerde , gökler ve yer ve o ikisi arasında ne varsa
onlarda Kur’ân’dan, Kur’ân’ın hatırlatıcılığından ibret alacak,
gerçeği hatırlayacak, düşünecek, uyacak, sorumlu, akıllı varlıkların, canlıların varlığına delildir.
(81 tekvîr 25) “ve ne (değil) o sözüyle (birlikte) şeytanın taşlanmışının”.
(81 tekvîr 26) “böyle iken nereye gidiyorsunuz”.
(81 tekvîr 27) “o (kur’ân) bir hatırlamadır (zikirdir) evrenler için”.
(81 tekvîr 28) “kim için (ki) diledi sizden ayakta durmayı (doğru yolda olmayı)”.
(81 tekvîr 29) “ve ne diliyorsunuz ancak dilemesi allâh’ın düzenleyeni (Rabbı) evrenlerin”.
(81 tekvîr 26) “böyle iken nereye gidiyorsunuz”.
(81 tekvîr 27) “o (kur’ân) bir hatırlamadır (zikirdir) evrenler için”.
(81 tekvîr 28) “kim için (ki) diledi sizden ayakta durmayı (doğru yolda olmayı)”.
(81 tekvîr 29) “ve ne diliyorsunuz ancak dilemesi allâh’ın düzenleyeni (Rabbı) evrenlerin”.
Bu âyetler evrenlerde, gökler ve yer ve o ikisi arasında ne varsa
onlarda Kur’ân’dan, Kur’ân’ın hatırlatıcılığından ibret alacak,
gerçeği hatırlayacak, düşünecek, uyacak, sorumlu, akıllı varlıkların, canlıların varlığına delildir.
Bu tesbit ve açıklamalarla birlikte, Kur’ânın âlemîne; evrenlere gönderildiğini bildiren bütün âyetler, Kur’ân’ın hitabının özellikle insanlara ve cinlere oluşu sebebiyle
evrenlerde insanlar ve cinlerin varlığına delildirler.
Uzayda hayatın var olduğunu isbat eden âyetler ve hadisler bu açıklamalardan sonra daha iyi anlaşılır oldu.
Kur’ân’ın 16’ncı sûresi olan nahl sûresinin 49’uncu âyeti :
Âyet :
“ve Allâh’a secde eder ne (var) göklerde ve ne (var) (yeryüzün)de
dâbbeden (kımıldayandan, canlıdan) ve melekler ve onlar büyüklenmezler
.”
Kur’ân’ın 42’nci sûresi olan şûrâ sûresinin 29’uncu âyeti:
Âyet :
“ve o’nun (Allâh’ın) âyetlerinden (belirtilerinden), yaratılış (tarz)ı
gökler ve yeryüzünün ve ne yaydı o ikisinde dâbbeden (kımıldayandan,
canlıdan) ve o (onların) toplanmalarına dilediğinde kadîr (çok iyi
ölçüler koyan)
Hadis : “Bilim Süreyyâ’da Ülker Takım Yıldızları’nda olsa, onunla birbirine kavuşur Fars oğullarından (İranlılar'dan) adamlar”
Hadîsin kaynağı : (1) Ahmed Bin Hanbelin Müsnedi, (2 (297-420-422-469). (hadisdeki “Bilim” kelimesi yerine “İmân” kelimesi kullanılan aynı
hadîs’in diğer bir naklinin kaynağı : Tirmizî, tefsîr bölümünde 47 (3),
62 (1), menkıbeler 70 ). (hadisdeki “birbirine kavuşur” kelimesi
yerine “elbet ona kavuşur” kelimesi kullanılan diğer bir naklinin
kaynağı :
Buhârî, tefsîr bölümü 62 (1) . Müslim , sahâbenin fazîletleri
bölümü 231. Tirmizî, tefsîr bölümü 47 (3), 62 (1), menkıbeler 70
.ahmed bin hanbel 2 (417) ).
Hadiste ki “Süreyyâ” (türkçede, “Ülker”,
“Yedi kız kardeş” adları ile bilinir. Ayrıca farsça “Peren”, “Pervin”.
Yunanca “Pleiades”. Japonca “Subaru”.) Adları ile bilinir.
Uluslar
arası gök bilim adlandırmasında “m 45” olarak bilinir. Boğa burcundadır , Dünyâ'dan uzaklığı 440 ışık yılı (135 parsek). Âletsiz bakıldığında yedi yıldızı görünür.
Haber Kaynağım :
http://www.sabah.com.tr/