Uzaylıların binlerce yıl önce Dünya’yı ziyaret edişini anlattığı “Tanrıların Arabaları” kitabıyla sansasyonel ün kazanan yazar Erich von Daniken, geçen hafta İstanbul’daydı.
Hem de tam NASA’nın Mars’ta su bulunduğunu açıkladığı hafta...
Yeni kitabı “Tanrıların Alaca Karanlığı”nı konuştuğumuz Daniken, “antik astronot” teorisini bir ileri safhaya taşıdı ve “Hazır olun, uzaylılar çok yakında yeniden aramızda olacak” dedi.
Çocukken Erich von Daniken adı bizim için maceralı bir şeylere işaret ediyordu. İsviçreli bir yazardı. Kafayı uzaylılara takmıştı ve dünyanın dört bir yanını dolaşarak uzaylıların varlığına kanıt arıyordu. Bu kanıtları ne demeye aradığını sorabilirsiniz.
Şundan: Daniken’e göre bizden çok daha ileri bir teknolojiye sahip olan uzaylılar çeşitli zamanlarda Dünya’yı ziyaret etmişti, hatta atalarımız onları “tanrı” sanmıştı.
Bu ziyaretlere dair ipuçları her yerdeydi. Sümer ve Babil tabletlerinde, piramitlerdeki eski Mısır kabartmalarında, Güney Amerika’daki tapınaklarda...
Ama hayal gücü sınırlı varlıklar olduğumuz ve kendimizi evrenin merkezi sandığımız için bu ipuçlarını anlamlandıramıyorduk. Kimse de “Şu kabartmadaki astronota benzer eski Mısırlı rahip kim?” diye merak etmiyor, “Uzay aracını andıran şu heykel de neyin nesi?” diye sormuyordu.
Yüzeysel geliyor kulağa, farkındayım. Neticede adam tüm bunları anlatmak için cilt cilt kitap yazmış. Eh, tabii dalga geçeni de saldıranı da çok olmuş. Dini çevreler uzaylıların tanrı sanılmasına itiraz etmişler; bilim insanlarıysa Daniken’in sözünü ettiği ipuçlarını uydurduğunu veya yanlış yorumladığını öne sürmüşler.
39 kitapta kafamızı karıştırdığı yetmiyormuş gibi Daniken şimdi Artemis Yayınları’ndan çıkan yeni kitabı “Tanrıların Alaca Karanlığı”nda teorilerini bir ileri safhaya taşıyor ve “tanrıların” yakında geri döneceğini söylüyor.
Onunla geçen hafta yaptığımız röportajımızın bir kısmı 30 Eylül Çarşamba günü HT Gazete’de çıktı. Röportajın devamı aşağıda...
‘MİT SANDIĞIMIZ GERÇEKLER’
Teorinizi kısaca hatırlayalım mı?
“Tanrıların Arabaları”nda bildiğimiz tarihin tamamen yanlış olduğunu öne sürmüştünüz...
Bunu o kadar uzun zamandır anlatıyorum ki. Her geçen gün yeni kanıtlar elde ediyoruz.
Binlerce yıl önce Dünya dışı varlıklar, daha doğrusu başka bir gezegenin insanları, uzay gemileriyle yeryüzüne geldiler.
Atalarımız henüz ilkel ve deneyimsizdi, teknolojik bilgileri de sıfırdı, bu yüzden gördükleri şeyleri akılları pek almadı. Ve onlardan bir hayli ileride olan bu Dünya dışı varlıkları “tanrı” sandılar. Ama değillerdi...
Elbette değillerdi. Uzay gemileriyle yeryüzüne inen bu varlıkların “tanrı” olduğunu düşünmek çok saçma. Ama atalarımız buna inandı. Ve hemen her kültürden insanlar dünyanın dört bir yanında buradan yola çıkarak türlü çeşit mitler türettiler. Birçoğumuzun mit sandığı gerçekler diyelim...
Atalarımızın uzaylıları tanrı sandığını siz nasıl keşfettiniz?
Ben bir Katolik okulunda okudum, yani teolojik eğitim aldım, Latince ve eski Grekçe öğrendim. Siz sormadan cevap vereyim: Tanrı’ya inancım tamdı. Tanrı’yla aram hâlâ çok iyi; her gece ona dua ediyorum.
Her neyse, çocukluğumda ailemden dinlediğim Tanrı’nın belirli nitelikleri vardı. Hata yapmazdı. Bir yerden bir yere gitmesi de gerekmezdi, çünkü zaten her yerdeydi. Zamansızdı. Geçmişte nasılsa gelecekte de öyle olacaktı. Okulda öğrendiğimiz Tanrı ise beni biraz hayal kırıklığına uğrattı, çünkü farklıydı...
Nasıl farklıydı?
Okulda kutsal metinleri okuyor, İncil’den tercümeler yapıyorduk. İncil’i okudunuz mu, orada Ezekiel’in ağzından anlatılanlar bana biraz acayip gelmişti. Ezekiel bir gün rüyasında Tanrı’yı görür.
Tanrı gökyüzünden bir araçla iner. Uzay aracına benzeyen bu aracın kanatları, tekerlekleri vardır, şiddetli bir uğultu çıkarır. Bunu aklım almamıştı. Aynı anda her yerde olabilen Tanrı’nın bir gezegenden ötekine gitmek için teknolojiyi kullanması ve uzay aracı yapmasına gerek yoktu ki.
O halde?
Bence okulda okuduğumuz kitaplarda anlatılan Tanrı olamazdı, ortada bir yanılgı vardı. İncil’deki bu tarz bölümleri Latince ve Grekçe metinlerle karşılaştırınca, çok tanrılı dinlerde de benzer şeylerden söz edildiğini fark ettim.
Böylece deli gibi okumaya başladım; eski metinlerden başımı kaldırmıyordum. Sümer ve Babil yazıtları, Hint efsaneleri; istisnasız hepsi aynı şeyi söylüyordu.
İnsanlığın ortak deneyiminden söz ettiğinizi söyleyebilir miyiz?
Evet, tanrıların, daha doğrusu Tanrı sanılan varlıkların adları değişiyordu ama geliş biçimleri, bindikleri araçlar hep aynıydı. İster istemez şüpheye düştüm, dini sorgulamaya başladım.
Gene söyleyeyim: Tanrı’ya hâlâ inanıyorum, değişen bir şey yok. Fakat benim her gece dua ettiğim Tanrı’m, bize okulda öğretilen Tanrı değil.
‘DİNİ YIPRATMAK İSTEDİĞİMİ ÖNE SÜRDÜLER’
Dini çevreler tepki gösterdi mi?
Tepki göstermek ne kelime, resmen saldırıya uğradım. Anlattıklarımın uydurma olduğunu, yalan değilse bile bir delinin saçmalıklarından ibaret sayılması gerektiğini öne sürdüler. Temel iddiaları, kitaplarımı dini yıpratmak amacıyla yazdığımdı. Çok büyük mücadeleler verdim.
Uzun bir zaman diliminden söz ediyorsunuz...
Bütün bu süreçte 39 kitap yayımladım. Tam 8 bin 342 sayfa...
Ve kitaplarınız çok sattı. Toplam 67 milyon.
Bilim insanlarının tepkisi ne oldu?
Bazıları reddetti, bazıları da benimle bağlantıya geçerek fikir alışverişinde bulunmayı tercih etti. Neticede ben sadece binlerce yıl öncesine ait bir yanlış anlamayı düzeltmeye çalışıyordum ama insanların pek azı bir hataya inandıklarını kabul etmeye hazırdı. Onları anlamak gerek. Düşünsenize; Tanrı sandıkları varlık aslında Tanrı değildi.
Haklı olduğunuzu bilseler, ne değişecekti?
Hem çok şey değişecekti hem de onları rahatsız edecek büyük bir değişiklik olmayacaktı. Çünkü araştırırken ne kadar geriye giderlerse gitsinler, sonunda mutlaka bir başlangıç noktasına varacaklardı...
Yani?
Tanrı yine orada olacaktı. “Hakiki” Tanrı’dan söz ediyorum. Ama bunca zahmeti göze alamadılar. Neticede benim iddialarımı kabul ederlerse, başka sorulara da cevap bulmaları gerekecekti.
Hem de tam NASA’nın Mars’ta su bulunduğunu açıkladığı hafta...
Yeni kitabı “Tanrıların Alaca Karanlığı”nı konuştuğumuz Daniken, “antik astronot” teorisini bir ileri safhaya taşıdı ve “Hazır olun, uzaylılar çok yakında yeniden aramızda olacak” dedi.
Çocukken Erich von Daniken adı bizim için maceralı bir şeylere işaret ediyordu. İsviçreli bir yazardı. Kafayı uzaylılara takmıştı ve dünyanın dört bir yanını dolaşarak uzaylıların varlığına kanıt arıyordu. Bu kanıtları ne demeye aradığını sorabilirsiniz.
Şundan: Daniken’e göre bizden çok daha ileri bir teknolojiye sahip olan uzaylılar çeşitli zamanlarda Dünya’yı ziyaret etmişti, hatta atalarımız onları “tanrı” sanmıştı.
Bu ziyaretlere dair ipuçları her yerdeydi. Sümer ve Babil tabletlerinde, piramitlerdeki eski Mısır kabartmalarında, Güney Amerika’daki tapınaklarda...
Ama hayal gücü sınırlı varlıklar olduğumuz ve kendimizi evrenin merkezi sandığımız için bu ipuçlarını anlamlandıramıyorduk. Kimse de “Şu kabartmadaki astronota benzer eski Mısırlı rahip kim?” diye merak etmiyor, “Uzay aracını andıran şu heykel de neyin nesi?” diye sormuyordu.
Yüzeysel geliyor kulağa, farkındayım. Neticede adam tüm bunları anlatmak için cilt cilt kitap yazmış. Eh, tabii dalga geçeni de saldıranı da çok olmuş. Dini çevreler uzaylıların tanrı sanılmasına itiraz etmişler; bilim insanlarıysa Daniken’in sözünü ettiği ipuçlarını uydurduğunu veya yanlış yorumladığını öne sürmüşler.
39 kitapta kafamızı karıştırdığı yetmiyormuş gibi Daniken şimdi Artemis Yayınları’ndan çıkan yeni kitabı “Tanrıların Alaca Karanlığı”nda teorilerini bir ileri safhaya taşıyor ve “tanrıların” yakında geri döneceğini söylüyor.
Onunla geçen hafta yaptığımız röportajımızın bir kısmı 30 Eylül Çarşamba günü HT Gazete’de çıktı. Röportajın devamı aşağıda...
‘MİT SANDIĞIMIZ GERÇEKLER’
Teorinizi kısaca hatırlayalım mı?
“Tanrıların Arabaları”nda bildiğimiz tarihin tamamen yanlış olduğunu öne sürmüştünüz...
Bunu o kadar uzun zamandır anlatıyorum ki. Her geçen gün yeni kanıtlar elde ediyoruz.
Binlerce yıl önce Dünya dışı varlıklar, daha doğrusu başka bir gezegenin insanları, uzay gemileriyle yeryüzüne geldiler.
Atalarımız henüz ilkel ve deneyimsizdi, teknolojik bilgileri de sıfırdı, bu yüzden gördükleri şeyleri akılları pek almadı. Ve onlardan bir hayli ileride olan bu Dünya dışı varlıkları “tanrı” sandılar. Ama değillerdi...
Elbette değillerdi. Uzay gemileriyle yeryüzüne inen bu varlıkların “tanrı” olduğunu düşünmek çok saçma. Ama atalarımız buna inandı. Ve hemen her kültürden insanlar dünyanın dört bir yanında buradan yola çıkarak türlü çeşit mitler türettiler. Birçoğumuzun mit sandığı gerçekler diyelim...
Atalarımızın uzaylıları tanrı sandığını siz nasıl keşfettiniz?
Ben bir Katolik okulunda okudum, yani teolojik eğitim aldım, Latince ve eski Grekçe öğrendim. Siz sormadan cevap vereyim: Tanrı’ya inancım tamdı. Tanrı’yla aram hâlâ çok iyi; her gece ona dua ediyorum.
Her neyse, çocukluğumda ailemden dinlediğim Tanrı’nın belirli nitelikleri vardı. Hata yapmazdı. Bir yerden bir yere gitmesi de gerekmezdi, çünkü zaten her yerdeydi. Zamansızdı. Geçmişte nasılsa gelecekte de öyle olacaktı. Okulda öğrendiğimiz Tanrı ise beni biraz hayal kırıklığına uğrattı, çünkü farklıydı...
Nasıl farklıydı?
Okulda kutsal metinleri okuyor, İncil’den tercümeler yapıyorduk. İncil’i okudunuz mu, orada Ezekiel’in ağzından anlatılanlar bana biraz acayip gelmişti. Ezekiel bir gün rüyasında Tanrı’yı görür.
Tanrı gökyüzünden bir araçla iner. Uzay aracına benzeyen bu aracın kanatları, tekerlekleri vardır, şiddetli bir uğultu çıkarır. Bunu aklım almamıştı. Aynı anda her yerde olabilen Tanrı’nın bir gezegenden ötekine gitmek için teknolojiyi kullanması ve uzay aracı yapmasına gerek yoktu ki.
O halde?
Bence okulda okuduğumuz kitaplarda anlatılan Tanrı olamazdı, ortada bir yanılgı vardı. İncil’deki bu tarz bölümleri Latince ve Grekçe metinlerle karşılaştırınca, çok tanrılı dinlerde de benzer şeylerden söz edildiğini fark ettim.
Böylece deli gibi okumaya başladım; eski metinlerden başımı kaldırmıyordum. Sümer ve Babil yazıtları, Hint efsaneleri; istisnasız hepsi aynı şeyi söylüyordu.
İnsanlığın ortak deneyiminden söz ettiğinizi söyleyebilir miyiz?
Evet, tanrıların, daha doğrusu Tanrı sanılan varlıkların adları değişiyordu ama geliş biçimleri, bindikleri araçlar hep aynıydı. İster istemez şüpheye düştüm, dini sorgulamaya başladım.
Gene söyleyeyim: Tanrı’ya hâlâ inanıyorum, değişen bir şey yok. Fakat benim her gece dua ettiğim Tanrı’m, bize okulda öğretilen Tanrı değil.
‘DİNİ YIPRATMAK İSTEDİĞİMİ ÖNE SÜRDÜLER’
Dini çevreler tepki gösterdi mi?
Tepki göstermek ne kelime, resmen saldırıya uğradım. Anlattıklarımın uydurma olduğunu, yalan değilse bile bir delinin saçmalıklarından ibaret sayılması gerektiğini öne sürdüler. Temel iddiaları, kitaplarımı dini yıpratmak amacıyla yazdığımdı. Çok büyük mücadeleler verdim.
Uzun bir zaman diliminden söz ediyorsunuz...
Bütün bu süreçte 39 kitap yayımladım. Tam 8 bin 342 sayfa...
Ve kitaplarınız çok sattı. Toplam 67 milyon.
Bilim insanlarının tepkisi ne oldu?
Bazıları reddetti, bazıları da benimle bağlantıya geçerek fikir alışverişinde bulunmayı tercih etti. Neticede ben sadece binlerce yıl öncesine ait bir yanlış anlamayı düzeltmeye çalışıyordum ama insanların pek azı bir hataya inandıklarını kabul etmeye hazırdı. Onları anlamak gerek. Düşünsenize; Tanrı sandıkları varlık aslında Tanrı değildi.
Haklı olduğunuzu bilseler, ne değişecekti?
Hem çok şey değişecekti hem de onları rahatsız edecek büyük bir değişiklik olmayacaktı. Çünkü araştırırken ne kadar geriye giderlerse gitsinler, sonunda mutlaka bir başlangıç noktasına varacaklardı...
Yani?
Tanrı yine orada olacaktı. “Hakiki” Tanrı’dan söz ediyorum. Ama bunca zahmeti göze alamadılar. Neticede benim iddialarımı kabul ederlerse, başka sorulara da cevap bulmaları gerekecekti.
Mesela çok uzun zaman önce Dünya’mızı ziyaret etmiş uzaylılar gerçekte kimdi ve nereden gelmişti?
Evrimleri nasıl gerçekleşmişti? Nasıl bir medeniyetleri vardı?
O soruları ben size sorayım...
Ziyaretçilerimiz buraya tesadüfen mi geldi yoksa bir amaçları mı vardı? Sonra görünüşleri nasıldı? Bu gibi sorulara cevabınız var mı? İyi de bunlara cevap bulmak için cilt cilt kitap yazdım ben. “Tanrıların Arabaları”ndan başlayarak diğerlerini okuyun bence.
‘UZAYLILAR BURAYA SADECE TEK BİR KERE GELMEDİ’
Yeni kitabınız “Tanrıların Alaca Karanlığı”nı da...
Evrimleri nasıl gerçekleşmişti? Nasıl bir medeniyetleri vardı?
O soruları ben size sorayım...
Ziyaretçilerimiz buraya tesadüfen mi geldi yoksa bir amaçları mı vardı? Sonra görünüşleri nasıldı? Bu gibi sorulara cevabınız var mı? İyi de bunlara cevap bulmak için cilt cilt kitap yazdım ben. “Tanrıların Arabaları”ndan başlayarak diğerlerini okuyun bence.
‘UZAYLILAR BURAYA SADECE TEK BİR KERE GELMEDİ’
Yeni kitabınız “Tanrıların Alaca Karanlığı”nı da...
Evrende tek olmadığımıza dair birçok kanıt bulduğunuzu anlatıyorsunuz. Hatta birçok bilim insanının, mesela İsviçreli Svante August Arrhenius’un geçmişteki teorilerinin sizi desteklediğini yazıyorsunuz.
Yıllar önce Arrhenius, “panspermia” teorisini ortaya atarak Nobel kazanmıştı.
Ona göre ilk zeki ırk, milyonlarca yıl önce uzayın bir noktasında gelişmeye başlamıştı. Kendi türünü evrene yaymak istiyordu, bu yüzden evrenin ulaşabildiği her yere milyarlarca tohum örneği yolladı. Tohumların büyük kısmının fiziksel nedenlerle yok olacağının farkındaydı, pek azı kendi gezegenine benzeyen gezegenlere düşecekti.
Ama o bile yeterdi. NASA’nın tahminini hatırlayalım: İstatistiksel olarak sadece Samanyolu’ndaki 4 milyon 500 bin gezegende bizimkine benzer bir hayat mümkün olabilirmiş. Yani kendimizi çok da orijinal sanmayalım; tek değiliz.
Panspermia kuramı doğru olabilir mi sizce?
Olabilir de olmayabilir de. Araştırılması gereken başka teoriler, başka ihtimaller var.
Belki geldiklerinde henüz ilkel varlıklar olarak yaşıyorduk ve aramızda bir çeşit hücre alışverişi gerçekleşti, hatta belki bir nevi cerrahi yöntemle bize kendi DNA’larını zerkettiler. Bilmiyoruz, cevaplanması gereken soru çok.
Ama kitaplarınızı ne kadar az şey bildiğimizi görelim diye yazmadınız değil mi? Bu dedikleriniz doğru olsa bile, ziyaretçileri görüp yazıya dökecek insanlar yoktu henüz...
Birincisi, ben onların sadece bir kere geldiklerini söylemiyorum, bence defalarca geldiler. Hem size bir şey söyleyeyim mi, tekrar geleceklerini de biliyorum...
Nereden biliyoruz?
Yine kutsal metinlerden biliyoruz. Hemen her kültürde ve her dinde yeniden gelmesi beklenen özel birileri vardır ve onların bir gün döneceğine inanılır.
O özel birileri de uzaylılar mı?
Fakat o zaman aklıma şu soru geliyor: Yapacaklarını yapmış ve evrenin birçok yerine tohumlarını bırakmışlarsa, niçin geri gelsinler ki?
Görmek için. Evlatlarıyla iletişim kurmak için. Tanrı olarak anılmak istemiyorlar bence, bu yüzden yakında, biz gerçeği öğrenmeye hazır olduğumuzda dönecekler. Ve bu kez nereden, ne amaçla geldiklerini tam olarak bileceğiz.
Dünyanın her yerinde insanlar kıran kırana savaşıyor, farklılıklar aşırılaştı, bu manzaraya bakınca insan karanlığın dibine vardığımızı düşünüyor ama aslında pek öyle değil, şafak sökmek üzere. Bekleyin; onların dönüşüyle birlikte yeryüzüne nihayet barış ve huzur da gelecek.
'SAHTE TANIKLARA İNANILACAK, GERÇEKLER REDDEDİLECEK'
“İslam dünyasına bakalım: Müslümanlar ‘son günlerin kurtarıcısı’ Mehdi’nin dönüşünü bekliyor. Yaygın inanışa göre, ‘ramazan ayının 23. gecesi’ dönecek. Yani ‘meleklerin gökyüzünden indiği’ Kadir Gecesi...
Âlimlerse Mehdi’nin dönüş tarihinin bir sır olduğunu, bunu sadece Allah’ın bildiğini belirtiyor. Bir keresinde bir yabancı 12 imamın beşincisi olarak bilinen Muhammed el-Bakır’a Mehdi’nin dönüşüne yakın hangi alametlerin görüleceğini sormuş. Cevap şuymuş:
‘Kadınlar erkek gibi, erkekler kadın gibi davranacak; kadınlar eyerli atlar üzerinde açık bacaklarla oturacak. Sahte tanıklara inanılacak, gerçekler reddedilecek. İnsan insanın kanını yok yere dökecek, fuhuş yapacak, yoksulların parasını har vurup harman savuracak.’ Eh, bu kriterlere göre Mehdi çok önceden gelmiş olmalıydı. Ayrıca yine İslam alimlerine göre öncesinde tam 60 sahte peygamber gelecekti. Şimdiye dek kaç sahte peygamber geldiği konusunda bir fikrim yok, uzun zaman önce 60’ı geçmiş olmalı.
DANİKEN'E GÖRE UZAYLILARIN GELDİĞİNE DAİR 5 CİDDİ KANIT
Erich von Daniken’in anlattıklarına göre binlerce yıl önce henüz taş çağından çıkmamış atalarımızın bir süre için Dünya’yı ziyaret eden uzaylıları “tanrı” sanmasının sebebi gelenlerin teknik bakımdan bir hayli ileri olmalarıydı.
Bir süre dünyamızda kalan ziyaretçiler burada medeniyetin şekillenmesini sağladılar.
“Elimizde kanıt var mı?” diye soruyorum.
Yazara göre elimizde iki tür kanıt var: Birincisi, kadim dinsel metinler. İkincisiyse, arkeolojik eserler, yani mağara resimleri, dev taş heykeller ve nasıl inşa edildiğine akıl sır erdiremediğimiz piramitler...
NAZCA ÇİZİMLERİ
İnkaların Peru’da bulunan Nazca Çölü’ndeki 50 millik alana çizdiği şekiller; dev kanatlı kuşlar, hayvanlar, insanlar...
Bazıları o kadar büyük ki yakından neye benzediğini anlamak mümkün değil ancak çok uzaklardan yani gökyüzünden, uçakla bakılınca şekli anlaşılıyor. Daniken’in takipçilerine göre, bu şekiller bir zamanlar uzay araçlarının rahatça inebilmesi için yapıldı.
MOAİ'LER
Şili’nin 3 bin 600 km batısında bulunan Paskalya Adası’daki yekpare taş heykeller. Adada, bu koca kafalı heykellerden tam 887 tane var. En uzunu 82 ton ağırlığında. 86 ton ağırlığındaki yarım kalmış bir başka Moai’nin ise dudak uçuklatıcı bir görünümü var.
Tamamlansaydı 21 metre boyu ve 270 ton ağırlığı olacağı tahmin ediliyor. Bu heykeller yıllarca adada gerçekleştirilen bereket törenlerinde kullanılmış. Buna göre yılın ilk hasat edilen ürünleri Moai’lerin etrafına dev kümeler halinde diziliyormuş.
PUMA PUNKU
Bolivya’daki antik Tiwanaku şehrinde yer alan devasa tapınak kompleksi. “Ustalıkla inşa edilmiş ve üzerlerine karmaşık şekiller oyulmuş bloklar” diyebiliriz.
“Tanrıların Alaca Karanlığı”nda bu konuyu genişçe ele alan Daniken’e göre inşası ileri mühendislik teknikleri gerektiren bu tapınakların modern araç gereçler ve makineler olmadan yapılmasına imkân yok.
VİMANA'LAR
2000 küsur yıl önce Hindistan’da yazılmış Sanskritçe metinlerde sözü edilen uçan arabalar. Araba lafın gelişi, basbayağı uzay aracına benziyorlar. Tıpkı yazarın röportajımızda anlattığı Ezekiel’in gördükleri gibi...
Vimana’lar, “Mahabarata” ve “Ramayana” adlı iki ünlü Hint destanında da anlatılıyor. (Vimana’ların görselleri yok fakat “Mahabarata”nın animasyonunda böyle gösteriliyor.)
EZEKİEL'İN KİTABI
İbrani İncil’i Tanah’ın içinde yer alan bu bölümde, Peygamber Ezekiel gökyüzünden ateşler ve dumanlar saçarak ve acayip gürültü çıkararak gelen bir araç görüyormuş.
Daniken, orada uzun uzun anlatılan bu aracın günümüz uzay araçlarının bir benzeri olduğunu düşünüyor.
Ezekiel’in araçtan inen “Tanrı”ya “Baba” diye hitap etmesi de enteresan. Daniken’e göre, Ezekiel bizim aslında o kişinin kanından geldiğimizi biliyor.
"UZAY GEMİLERİNE 'KUŞ' DEDİLER, 'ARABA' DEDİLER"
“Tanrıların Alaca Karanlığı”nda “kargo kültü” diye bir kavramdan söz ediliyor. Erich von Daniken’in bulduğu bir kavram değil elbette, geçen yüzyılın başlarında Yeni Gine, Pasifik Adaları, özellikle de Malenezya’da ortaya çıkmış.
Aslında antropolojinin alanına giren kargo kültü, Daniken’in dilinde şöyle bir şeye dönüşüyor:
İlkel bir toplum, teknolojik olarak daha ileri bir toplumla temasa geçtiğinde, ilk gruptakiler ikinci gruptakileri “tanrı” olarak görüyor.
Ve ikinci gruptakiler kaldıkları süre içinde yerel halkla etkileşime geçip onlara malzeme ve yiyecek paketleri, yani “kargo”lar getiriyor.
Karşılaşma sonlandığında geride kalanlar “tanrıların dönmesi için” yoğun bir biçimde ritüeller düzenlemeye başlıyor. Daniken’e göre, atalarımız da bunu yapmış. Bu yüzden uzaylı ziyaretçilerden öğrendikleri mühendislik yöntemleriyle tapınaklar, heykeller inşa etmiş ve o tapınakların çevresinde bereket ritüelleri düzenlemeye başlamışlar.
Antik Astronot Araştırmaları Merkezi Direktörü Giorgio A. Tsoukalos olayı şöyle özetliyor: “Binlerce yıl önce yaşayan insanların uçan araçları ‘uzay gemisi’ diye adlandırmalarına olanak yoktu, çünkü bu kavramları henüz icat etmemişlerdi.
O yüzden alışık olmadıkları bu nesneleri onlara en yakın başka nesnelerle tarif ettiler; uzay gemilerine ‘Kuş’ dediler, ‘Araba’ dediler. Ve onları bildikleri nesnelere benzer şekilde resmettiler. Titizlikle kaydettikleri, ölümsüzleştirdikleri şey, kendi tarihleriydi! Kendi hayatları!”
BİRGÜN 'DERİN UZAY'I KEŞFEDECEĞİZ YA SONRA?
Giorgio A. Tsoukalos (Antik Astronot Araştırmaları Merkezi Direktörü)
Antik Astronot Araştırmaları Merkezi Direktörü Giorgio A. Tsoukalos, Daniken’in yeni kitabına yazdığı önsözde okurlara şunu hatırlatıyor...
“Bundan 500 yıl sonra insanlık, Ay’da ve Mars’ta kalıcı üsler kurduktan sonra, ‘derin uzay’ı keşfetmeye başlayacak. Ve yeni nesil uzay gemilerimizden biri eninde sonunda zeki yaşama ev sahipliği eden bir gezegene rastlayacak. Ya karşılaştığımız zeki yaşam, teknolojik bakımdan bizden daha ilkelse?
Geri çekilip onları uzaktan incelemekle mi yetineceğiz?
Muhtemelen birkaç ay için, evet. Ama dillerini inceleyip öğrendikten sonra onlarla fiziksel temasa geçeceğiz. Çünkü biz insanlar böyleyiz işte, karşımıza bilmediğimiz bir şey çıktığında kendimize engel olamayarak onu kurcalar, inceleriz.
Ardından belki bu zeki varlıkların kültürel gelişimine müdahale edecek, onları teknolojik açıdan yönlendireceğiz. Demek istediğim birkaç şey öğreteceğiz onlara, bilimin temellerini aktaracağız.
Ve oradan ayrılışımızdan nesiller sonra, ziyaretimiz bir antik mit haline gelecek, çünkü bu konudaki yazılı anlatılar o toplumun zekâ küpü bilim insanları tarafından ‘bilim dışı’ kategorisine sokulacak.
Diğer yandan toplum öyle ‘ileri’ bir teknolojik seviyeye ulaşmış olacak ki, derin uzaya yolculuk etmeye hazırlanacak. Ve döngü baştan başlayacak...
Anlattıklarım size bir şey hatırlattı mı?
Yakın bir gelecekte biz de uzak bir gezegenin ‘antik astronotları’ olacağız. O halde bu, neden binlerce yıl önce Dünya’da yaşanmamış olsun? Cevap çok açık... Yani kibirli tavrımızı bırakıp kozmik geçmişimizde olan bitenlerle yüzleşmeye hazırlanmamızın vakti geldi."
Haber Kaynağım :
http://www.haberturk.com/
Yakın bir gelecekte biz de uzak bir gezegenin ‘antik astronotları’ olacağız. O halde bu, neden binlerce yıl önce Dünya’da yaşanmamış olsun? Cevap çok açık... Yani kibirli tavrımızı bırakıp kozmik geçmişimizde olan bitenlerle yüzleşmeye hazırlanmamızın vakti geldi."
Haber Kaynağım :
http://www.haberturk.com/