Yeryüzü İnsanı

                              Galaktik insan tipi 'Altın Çağ'ın yeryüzünde meydana getirmiş olduğu varlık tipidir. 'Galaktik' kelimesi bir tür 'evrensel' anlamına gelse de, esasında sadece dünyanın da dâhil olduğu bir galaksiyle ilgili olan insan tipidir. 

Bunun yeryüzündeki beşer ile çok çok uzaktan bir akrabalığı vardır. Yeryüzü insanının ilk formu olarak kutsal kitaplar bize Âdem’den bahsederler. Acaba gerçekten insanın meydana gelişi ve imal edilişi yeryüzünde mi olmuştur? Yoksa başka bir mekânda meydana getirilmiş ve sonra yeryüzüne mi gönderilmiş veya sürülmüştür? Özellikle Tevrat'ta iki ayrı yaradılıştan bahsedilir:

Birincisi ELOHİMLER'in yarattığı imal ettiği insan, İkincisicisi ise YAVHE'nin yarattığı, daha doğrusu imal ettiği insan. Spiritüalizm yani Ruhçulukta “Yaratma” sözcüğünü özel olarak yoktan var etme anlamında sadece “Kadir-i Mutlak Yaratan” için kullandığımızı özellikle belirtmek isteriz. Yoktan var etmek sadece Kadir-i Mutlak Yaratan’a mahsustur ve bunun yaratılmış olan varlıklar tarafından anlaşılması mümkün değildir.

Elohimler'in ve Yahve' nin yaptığı yeni bir imalat, yeni bir sentezdir. Mevcut maddi malzeme kullanmak suretiyle yeni bir organizma meydana getirilebilir. Yukarıda bahsedilen 'Elohimler’ bazı bilgilerde ifade edilen galaktik uygarlıkların senyörleridir. 'Yahve' ise bu senyörlere dâhil olan, tek bir varlıktır. 
 
                           Elohimlerin meydana getirmiş olduğu insan tipi Galaktik İnsan ile, Yahve'nin meydana getirmiş olduğu insan beşer insanı olmak üzere, iki ayrı Âdem vardır. Bunları birbirinden ayırt etmek için, ilkine sadece 1.Âdem, ilk beşer insanına da 2.Âdem ismini vereceğiz.

Kutsal kitaplar bize hem birinci Âdem’i, hem ikinci Âdem’i, aralarındaki çok ince farklarla ifade ederler. Daha doğrusu bu farkı da, onu meydana getirmiş olanın vasıtasıyla anlatmaya çalışırlar. Yani Elohimlerin meydana getirmiş olduğu 1.Âdem ile Yahvenin meydana getirmiş olduğu 2.Âdem birbirinden imalatçıları vasıtasıyla ayırt edilir.

Çok dikkat çekici başka bir husus da, İslam'ın kutsal kitabı Kuran’da Galaktik Âdem’den değil, doğrudan doğruya yeryüzünde meydana gelmiş olan Âdem’den bahsedilmesidir. Fakat diğer kitaplar ayrıca yeryüzünde meydana gelmemiş olan, fakat bütün bir galaksi içerisinde kendisini temsil eden, gelişmiş bir Âdem’den de bahsederler.
 
                           Şimdi bu kimyasal ve organik bedenli beşer varlığın yaradılışı, yani Yahve’nin Âdemi ile Elohimler’in Altın Çağının kurucularının Âdemi arasındaki bu farkı başka bir bakış açısı altında ele alalım:

Gerek Elohimler, gerekse Yahve ismi, 'tekliği’ ifade etmektedir. Bunlar aynı zamanda birer 'ırk'ı da temsil etmektedirler. Tevrat’ta geçen 'Yahova' yani 'Yahve' sözü, her ne kadar tek bir varlığı temsil ediyor gibi görünse de, aslında bir varlık ırkını temsil etmektedir. Yahova daha doğrusu Yahve denildiği zaman orada bir çoğul fikrini göz önünde tutmamız lazımdır. 

Nitekim birçok dini kitaplarda 'ben' ve 'biz’ sözleri sık sık kullanılmıştır. Bu görünüşte böyledir. 'Ben' dediği zaman ifade edilen maksat başka, 'Biz' denildiği zaman ifade edilmek istenen maksat çok başkadır. Yani, buradaki 'Biz' ifadesi gerçekten çoğulluğu ifade eder. 'Ben' dediği zaman, belirli bir sistem ele alınmış, 'Biz' dediği zaman birçok sistemler ele alınmıştır. Çoğul çoğulluğu, tekil de tekilliği ifade eder.
 
                                  Tekrar hatırlatalım: Buradaki meydana getiriliş yani imalat ile yaratmak arasında büyük bir fark vardır. Kadir-i Mutlak olanın - ki biz buna alışılmış ismiyle 'Allah' diyoruz - yaratması başka şeydir. Ancak mevcut malzemeyi kullanarak üstün seviyeli varlıklar da bir takım yeni imalatlar sentezler meydana getirirler. Bu durum, bu imalatı yapacak olan varlıkların bir liyakatidir. Çünkü onlar bunu yapabilecek kudrete sahiptir.

Galaktik kanunda 'ölüm cezası' diye bir şey yoktur. Esasında öldürmek yoktur. Ama bir tür karantinaya almak mümkündür. Yani Kişisel serbestiyeti ferdiyeti kısıtlamak mümkündür. İnsan öldürülemez... Ama onu bir gezegenden başka bir gezegene sürmek mümkün olabilir. Ya da bir karantina altına alınabilir. Bu bilgi ileride kullanılmak üzere şimdilik hafızamızın bir köşesinde kalsın.

Tevrat'ta Yahve'ye 'orduların ilahı' diye bir atıf vardır. Ve buradan da anlaşılıyor ki, 'Yahve' esasında bir ırkı temsil eder. Belki de o ırkın çok yüksek kudretlere haiz bir varlığını temsil eder...
.
                  Yahve, genetik bilimi sayesinde düşünerek, bilerek, belirli ve kararlaştırılmış bazı fonksiyonları ikmal etmek için, özellikle ayarlanmış bir beşer varlığı ırkını sentezleyen ve uzayın başka yerinden gelen halkı belirlemek için, yeni zamanlarda kabul edilen bir isimdi. 

Bundan şunu kastediyoruz: Tevrat'ın yazılışı esnasında ezoterik gizemli olarak anlatılmak istenen buydu. Tekvin bölümünde kaleme alınan bilgiler, esasında bir Yahve ırkından söz etmektedir. Bir tek varlıktan değil...

Yahve ırkının da en büyük özelliği, muhtelif gezegenlerde, her devreden sonra ruhun tekâmülünü ve diğer varlıkların inkişafını sürdürebilmeleri için, meydana getirdikleri biyolojik kütleleri imal etmektir. Biyolojik nüveleri imal etmek bunların görevidir. Sadece beşeri dediğimiz şekilleri uygulamakla kalmıyor, bitki hayvan adaptasyonlarını da meydana getirmişlerdir.

Bilindiği gibi daima bir Aden Bahçesinden cennetinden bahsedilir. Âdem ilk yaratıldığı zaman kendisi Aden Cennetine konmuştu ve Aden Cennetinde yaşamaktaydı. Yalnızdı. Etrafında sadece bitkiler ve hayvanlar vardı. 

Kuran’da bunun ifadesi: 'Sizin öyle bir devreniz olmuştur ki, anılmaya bile değmez' şeklindedir. Tamamen yapay bir ortamda, bir Aden bahçesinden söz edilir devamlı olarak. Ve nihayet sonunda kendisine eş olmak üzere bir de Havva meydana getirilir. 
 
                        Ona da sembolik olarak 'Kaburga Kemiğinden' yaratıldı denmiştir. Bu ifadenin asıl anlamı 'Aynı kimyasal sentezden meydana getirilmiş, fakat DNA'sına yapılan bir müdahaleyle dişilik fonksiyonunu yürütecek bir şekle tahvil edilmiştir’ denmektir. Aslında her ikisi de aynı yapıdadır. Modern tıpta, özellikle jinekolojide buna ilişkin bazı kanıtlar mevcuttur.

Burada bir meseleyi ele almak lazımdır. Gerçekte 'Aden' yeryüzünde miydi? Yeryüzünde böyle bir mekân neredeydi? Belli değildir. Hiç bir kitapta da belli edilmemiştir. Yalnız Tevrat’ta bir ifade var: “Biz Aden'i dünyanın altına yerleştirdik” denir. Galaktik kozmik bilgiye göre dünyanın 'altı' bir yerde Mars gezegenidir.

Şöyle ki: Güneş sistemini basitçe ele alırsak, güneşten sonra dışa doğru ya da aşağı doğru Merkür, Venüs, Dünya, Mars ve diğerleri gelmektedir. Astronomide de, buna benzer şekilde olmak üzere, 'Dünya altı' ve 'Dünya üstü' planetler ifadesi kullanılır. Dünya üstü planetler demek Güneşe dünyadan sonra yakın olan planetler demektir. Dünya altı planetler de, Mars'tan başlamak üzere sistemin dışına doğru olan planetlerdir. Tevrat’ta aynen şöyle zikredilir: “Biz Aden cennetini dünyanın altına yerleştirdik.”
.
                   Kozmik bilgilerde de bu doğrudan doğruya Mars Gezegenini ifade eder. Ezoterik bilgi bize, hakiki Aden'in Mars’ta kurulmuş olduğunu, özel bir bahçe tarzında meydana getirildiğini ve özel bir sınır içinde bulunduğunu da anlatmaktadır. 

Sık sık zikredildiği gibi, orada, çöl halinde olan bu bahçede ziraatın gerçekleşmesi, toprağın işlenmesi ve korunması bu yeni varlığa Elohim’e verilmişti. Bunun için orada bir “Hayvan-ı Beşer” dediğimiz, hayvan - insan tipi (Human) meydana getirilmiştir. Bildiği sadece, ziraat yapmak, bahçeyi korumak, ekip dikmek vs. dir. 

Bu elbette bizim anladığımız anlamda basit bir ziraat değildi. Çünkü orası çok büyük bir laboratuvardı. Bunun yerine getirilmesinde yardımcı olmak üzere bir Âdem meydana getiriliyor. Bu, birinci Âdem’di.

Daha henüz yeryüzünde 2. Âdem soyu teşekkül etmemiştir. Yeryüzünde İnsanlar vardı fakat bunlar Galaktik insanlardı. Onlar Galaktik ırka mensup spiritüel insanlardı. Telepatik güçleri normal hisleri yerine geçen son derece bilgili ve şuurlu insanlardı. Yüksek ruhsal potansiyeli olan kişilerdi. 
 
                       Ayrıca yüksek bir teknikleri de vardı. Bu ifade ettiğimiz ırk, Mu ve Atlantis'ten de önce mevcut olan bir ırktır. Mu ve Atlantis bu ‘Galaktik Irk'ın son kalıntılarıdır. Aynı yaradılış destanını eski Yunan Mitolojisinde de bulabilirsiniz.

Zeus’un, Uranos'un, Jüpiter'in maceraları daima, aynı şekilde Yahve'nin ya da Elohimler'in macerasıyla büyük bir paralellik arz eder ki (aslında) aralarında da oldukça fazla bir zaman farkı vardır.

2. Âdem bio-kimyasal (sentez) bir varlıktı. Nasıl bugün tüp içerisinde bir canlı organizma meydana getirilmekteyse, bunun çok daha büyük, fevkalade geliştirilmiş bir şekliyle bir laboratuvar varlığıdır. Biyolojik olarak imal edilmiş olan 2.Âdem’in yanı sıra Galaktik İnsanın kökü de belli bir Âdem’den geliyordu. O, dünyadaki ikinci Âdem’in meydana gelişinden çok çok eski zamanlarda Elohimler tarafından meydana getirilmişti.
 
                     Yahve, Demir Çağının ki doğuda Kali-Yuga denilen çağın devamı süresince Dünya Gezegeni için idareci' olarak vasıflandırılmıştır. Yahve sonradan tek olarak ifade ediliyor. Bu varlık gerek spiritüel olarak, gerekse beşeri (fizik) olarak Demir Çağında gezegensel bir idareci olmuştur.

Hem İslam'ın kutsal kitabı Kuran'da hem de İbranilerin kutsal kitabı Tevrat’ta daima Âdem’in balçıktan veya Tevrat ifadesiyle 'Yerin tozundan' yapıldığı sözü vardır. Balçıktan ya da yerin tozundan yaratılmak ne demektir?

Burada kastedilmek istenen doğrudan doğruya 'Dünyasal bir molekül yapısıdır' ve bu moleküler yapı üzerinde değişiklik yapılmak suretiyle, bio-kimyasal bir Âdem (prototipi) meydana getirilmiştir. Bunu anlatmak için yukarıdaki sembolik ifade kullanılmıştır. Ve burada özellikle 'yerin toprağından, yerin tozundan' sözü ile bir ırk ayırımı da Galaktik insanla dünya insanı arasındaki belirtmeye çalışmışlardır. 'Sizi topraktan yarattık' demiyor. Fakat 'Dünya 'toprağından yarattık' diyor. Eğer dünya evrende tek olsaydı, 'Dünya toprağı' diye bir tefrik yapmaya da gerek kalmayacaktı.
 
                         Yahve büyük idareci sistem ikinci derecede önemi olan, yeryüzünün şartlarına uygun hale getirilmiş bir beşeri tipi de meydana getirdi. Ziraat ve muhafaza işi 2. Âdem beşerine verildi. İki ağacın meyvesinden istifade edilmiyordu. Bunlar bahçe sahibine aitti. Beşer İnsan (Humen) meleklere nazaran daha alçak bir seviyede idi. Kendisini meydana getiren gerçekte TEK değil, bir 'grup' bir 'soy' idi. İleri teknolojileri vardı ve doku kültürünü harika şekilde uygulayabiliyorlardı.

2. Âdem’de ilk başarılı yaradılışta kullanılan dokuları kullanarak, bir dişi formu da inşa ettiler... Bahçenin içinde yaşayanlar olduğu gibi, dışında da yaşayanlar vardı, Bu bahçenin içi gerçekten bir cennetti. Bahçenin dışında yaşayanlar beşeriyetin orijinal ırkına yani 'Galaktik Irk'a mensup kişilerdi. Bunları da ElohimIer meydana getirmişti.

Dışarıdakiler bütün insanlığın yegâne atası olan 1.Âdem’den gelmekteydiler. 1.Âdem aslında bütün insanların tekâmül bakımından kendisine benzemek istedikleri, kendilerine hedef olarak kabul ettikleri “Kozmik İnsan” tipidir.
                        Elohimlerin diğer bir ismine de 'Yılan oğulları' denmiştir. Bu 'yılan' sözcüğünden gerek İslam gerekse Hıristiyan âleminin kafaları oldukça bulanmıştır. Bundan dolayı zamanımız insanı 'yılan'ı gayet kötü, hiç bir işe yaramayan hatta hain, hilekâr, aşağılık, alçak bir varlık haline" getirmiştir.

Tevrat'ta Havva’yı baştan çıkaran, yılanın iğvasıdır. Yasak olan ağaçtan yemesini temin etmiştir. Ve dolayısıyla Aden cennetinden kovulmalarına sebep olmuştur. Aden cennetinden kovulan bu iki prototip yeryüzüne indirilmeden önce hemen hemen bütün ihtiyaçları hazır olarak büyük bir konfor içinde yaşamaktaydılar.

Bu konfor Dünya'ya indikten sonra kaybolduğu için, yılan bunu yaptı diye, zavallı mahluka edilmedik beddua kalmamıştır. Aslında o yılan bildiğimiz yılan değildir. Meyva da bildiğimiz meyve değildir. Biraz evvel de belirttiğimiz gibi o ilk prototip te bildiğimiz Adem ile Havva değildir.

Elohimler esas olarak eski ilahları meydana getiren kişilerin tarihiyle alakalı kişilerdi. Yani nerde bir 'ilahlık', bir tanrısallık varsa, esasında orada bir yöneticilik ve insanın geçmişiyle - geleceğiyle alakalı karar ve bilgilerin temerküz ettiği bir sistemi düşünmek lazımdır. İlahlık aslında budur. 
 
                       Hiç bir zaman Kadir-i Mutlak olan Yaradan değildir. Yani gerek uzak doğudaki Brahmanizm ve Budizm'deki ilah sözleri, gerek Eski Yunan'daki ilah sözleri, Keltlerdeki 'İlah' sözleri, gerekse Orta (Kuzey) Amerika yerlilerinin (Aztek-Maya- İnka) ilahları, Afrika'daki ilahlar, eski Mısır’daki Tibet’teki ilahların aslında anlayacağınız manada tek Yaradan, ilk sebep olan Kadir-i Mutlak ile alakası yoktur. 

İlah sözü biraz yukarıda anlatmaya çalıştığımız gibi, hangi sistemde olursa olsun, insanın tekâmülüyle alakalı olan bir sistemi ifade eder. İnsanın gelişimiyle alakadar olan bir sistemdir. 'İLAH' sözü, buradan 'Tanrı Oğulları' deyimi de çıkacaktır. Çünkü Tevrat'ta şöyle bir ifade vardır : «Tanrı oğulları yeryüzü kızlarını beğendiler ve onlardan kendilerine eş aldılar». 

Apaçık bir ifadedir bu... Bu ırkla o ırk tamamen birbirinden ayrıdır ve başka yerden gelmiş, görmüş, bilmiştir. Yani Elohimler ile Yahve'nin meydana getirmiş olduğu sentetik ırk ya da 2.Âdem ırkı birbirinden tamamen farklıdır. Biz bu ikinci Âdem’e mensubuz. Onun için insandan bahsederken 'düşünen hayvan' denmiştir.
 
                       Bizim DNA organik yapımız henüz hayvansal titreşim seviyesinin üzerine çıkamamıştır. Bunun üzerine çıkanlar çok azdır ve biz onlara 'evliya' deriz. Gerçekten insan düşünebilecek seviyeye gelmiş fakat hayvansal durumunu kaybetmiş değildir. Burada hayvan sözü DNA'da bulunan, kalıtımsal olarak getire geldiği bazı özellikleri ifade etmektedir. Zaten Darvinciliğin savuna geldiği de budur. Darvinciliğe göre de insan, hayvanın bir maymun türü gelişmiş şekli olmaktadır. Her iki bakımdan da bir haksızlık yapmış olmuyoruz.

Gök halklarının galaktik dinleri hakkında pratik olarak bir şey bilmiyoruz. Elde mevcut olan çok eski bulgularda 'yılan ve iç içe daireler' sembolleri bulunur. Yılan* içinde yaşadığı spiral galaksinin Samanyolu iki büyük ucunu temsil eder. Mesela, kuyruğunu ısıran yılan sembolü bizim dünyamızın bilebildiği en eski semboldür.
Kaynak ve Yazar :  Tolga Yazıcıer