“Bazen uzaylılar beni kaçırsın istiyorum”

                 Özge Uzun tanımlanamayan bir sendromu olan yedi yaşındaki oğlu Dağhan ve 21 aylık kızı Siva’yla yaşadıklarını bir kitapta topladı.

Özge Uzun: “Biliyorum, birçok insan benim yerimde olmak istiyor. Oysa Özge olmak çok zor. Bazen uzaylılar beni kaçırsın istiyorum”

Bir Anneler Günü röportajı yapmak üzere Özge Uzun’un kapısını çalıyorum. Başarılı spikerin İnkılâp Kitabevi’nden bir kitabı çıktı: “Sizin Hiç Maviniz Var mı?” Uzun’un tanımlanamayan bir sendromu olan yedi yaşındaki oğlu Dağhan ve 21 aylık kızı Siva’yla yaşadıklarını anlattığı Kitap bir kahramanlık destanı değil.


             Özge Uzun’un dibe vurduğu ve yüzeye çıktığı zamanları bütün açıklığıyla anlattığı bir gerçek yaşam öyküsü. Karanlık tarafları olmasına rağmen bu öykünün özelliği iç karartıcı değil, yüreklendirici olması.

Özge Uzun’la buluştuğumuz saatlerde Dağhan evde değildi. Sakız çiğnemeyi çok seven ama fotoğraf çektirmekten pek hoşlanmayan minik Siva’yla tanıştım...

İnsan her şeyi açıkça anlatacak cesareti nasıl buluyor?

Ben yıllardır yazıyorum aslında; gazetede, internet sitemde... Ama kitap haddim değil gibi düşünüyordum. İnkılâp bir kitap yapmalıyız deyince panik oldum.


Günlerce o ilk cümleyi bekledim.

                     Bir gece uykuyla uyanıklık arasında, çok garip ama bir prompter’dan, “Geçmiş silik bir silüetti şimdi” diye bir cümle aktı. Kalktım, bilgisayarı açtım, bunu yazdım, sonrası aktı gitti.

Yazmak iyi geldi mi?

Hafif bir depresyon geçirdim yazarken. Kendime çok yüklendiğim bölümler var. O bölümleri gören editörüm arayıp “Özge emin misin?” dedi hatta. Ben hiç şüphe etmedim.

Neden?

Cüretkar bir insanım çünkü. Hayat tozpembe ve adil değil. Benim de saklayacak bir şeyim yok.

Bütün bunlar neden benim başıma geldi diye düşünüyor musunuz?


                Bunları yaşamamın bir nedeni var. Bu dünyaya öylesine eğlenelim diye gelmedik. Belki biraz narsist bir yaklaşım ama; Tanrı bana bunları yaşatıyor, ben ne kadar düşüp yaralansam da yaralarımı sarabiliyorum, o yüzden de bunları anlatmalıyım diye düşünüyorum.

Benim gibiler okuyup yalnız değilim diyebilsinler. Çok ufak şeylerle hayatlarını mahvedenler utansınlar. Kimileri için umut olsun, kimileri için şükür olsun diye yazdım. Kimseye bir şey ispat etmek için değil...

Amiyane tabirle kustum....

Nasıl tepkiler alıyorsunuz?

Kitabı okuyanlar genelde “Sana sarılmak istiyorum” diyor. Yayınevi de “İmza günü yerine sarılma günü düzenleyelim” diyor.

Hayatın nasıl bir dönemindesiniz şimdi?


            İyileşme döneminde... Siva büyüdükçe yaralarım iyileşiyor. Onun mükafatım olduğunu hissediyorum. Bundan sonra ne olacak bilmiyorum. 

Ama güzel şeyler olacakmış gibi geliyor. Kalbimin odalarını temizledim. Havalandırdım. Yüklerimi attım.

Neyle başladı bu iyileşme?

Kitapla... Yazarken hep “Bu kitap bitince öleceğim. Çünkü yeniden doğmaya ihtiyacım var” dedim. Öyle de oldu. Hayatım değişiyor...

Çocuklarımın babasından ayrıldım. Bu kitaptır buna sebep. Çünkü yazarken kendimle, sevgisizliğimle yüzleştim.

“Günlerdir hangi yemeği sevdiğimi düşünüyorum”

Yeni hayatınızda ilk yapacağınız şeyler neler?

Bugüne kadar hep başkaları mutlu olsun diye yaşamışım ben. Kocalarımı, çocuklarımı mutlu etmeye çalışmışım.

            Arkadaşlarıma, izleyicilerime, televizyon yöneticilerine iyi görünmeye çalışmışım. Bundan sonra biraz da kendimi mutlu etmek için çalışacağım.

İnsan bu kadar uzun süre kendini düşünmeyince neyle mutlu olduğunu kolay kolay bilemez...

Kaç gündür neyi düşünüyorum biliyor musun? Ben en çok hangi yemeği seviyordum?

Hiç arkadaşlarımla vakit geçirmediğimin, kendime bir kahve ısmarlamadığımın farkına vardım.

36 yaşındayım. Hayatta hiç eğlenmediğimi fark ettim. Şimdi arada akşamları arkadaşlarımla dışarı çıkıyorum.

 
                    Şu yoğunluğu bir atlatayım, iki günlüğüne ortadan kaybolacağım. Abuk sabuk romantik komedi filmleri izleyip, canımın istediği kadar cheesecake yiyip, fütursuzca uyuyup, uyanınca oda servisinden club sandviçler isteyip, içip tekrar uyumak istiyorum.

Nasıl idare ediyorsunuz her şeyi? Dağhan, Siva, iş... Nasıl bir sisteminiz var?

Sistemim yok. Allah ne verdiyse... Her günümüz farklı. Dağhan’ın ruh haline, benim ruh halime göre değişiyor. Dağhan haftanın beş günü özel bir yaşam merkezine gidiyor.

Özbakım, bağımsız hareket etme, konuşma eğitimleri alıyor. Siva o gidince evde özgürlüğünü ilan ediyor. Akşamları harala güreleyle geçiyor. 

 
             Ben TRT haber’de program yapmanın dışında Başkent İletişim Akademisi’nde ve Aşkım Kapışmak Akademi’de iletişim dersleri veriyorum. Selda beş yıldır bizimle. Sabahları gelip akşamları gidiyor. Yatılı bir yardımcım yok. Annem var, Veysi babam var, teyzem var. Onlar yardım ediyorlar.

“Ne kadar güçlüsün diyorlar, gıcık oluyorum”

Anneler Günü nasıl geçer sizin evde?

Normal. Ben doğum günleri dışındaki özel günleri önemsemem. Deliye her gün Anneler Günü...

Size hep “Ne kadar güçlüsün” diyorlardır değil mi?

Evet, gıcık oluyorum. Herkesin içinde bu potansiyel var çünkü.


                Ben de çoğu zaman çok zorlanıyorum. “Özge olmak istemiyorum” diyorum. Özge olmak çok zor çünkü. Biliyorum, birçok insan benim yerimde olmak istiyor, ekranda olmak istiyor. “Ne kadar güzel, ne kadar güçlü kadın” diyor benim için.

Oysa ben bazen çok acayip bir şey olmuş olsun ve ben o sabah başka bir yerde uyanmış olayım istiyorum. Uzaylılar beni kaçırsın istiyorum. 

“Bir gün ‘Tamam hepsi şakaydı’ diyecek sanki”

Dağhan’dan sonra Siva’yı doğurmaya nasıl karar verdiniz?

Planlı bir hamilelik değildi. Elbette korkularım vardı. Ama Siva bu korkulara bir son vermek istemiş olsa gerek, ultrasonda bana zafer işareti yaptı. Siva sayesinde hem Dağhan’a hem de ona karşı daha özgür, daha mutlu, daha duygulu, daha anne bir kadın olmayı başardım.

 
Dağhan’ın şimdiki durumu nasıl?

          Dağhan’ın sendromik bir durumu var. Tanımlanamayan bir durum. Dağhan gibi bir çocuk daha yok dünyada. Büyük ihtimalle tıp literatürüne geçecek yakın zamanda. Biz bir bilinmezlikle savaşıyoruz.

Keşke down sendromlu doğsaydı. O zaman ne olduğunu bilirdik. Şimdi koşuyoruz ama nereye koşuyoruz bilmiyorum.

Bir gün sanki bir şey olacak ve Dağhan “Tamam ya hepsi şakaydı, artık kandırmayacağım sizi” diyecek gibi geliyor. Doktorların tek emin olduğu şey bir zeka geriliğinin olmadığı. Hatta üstün zekalı olabileceğini düşünüyorlar. 

                    Bir şeylerin farkında olması hem çok güzel hem de hayatı çok zorlaştıran bir şey. Ağzını bantlayıp hiç tanımadığın bir ülkede sokağa atmışlar gibi...

Allah kimin, ne ihtiyacı varsa versin. Benim evladıma da versin. Büyük beklentilerim yok. Akademik kariyer falan beklemiyorum. Siva’dan da beklemiyorum hatta. Kendi ayakları üstünde dursunlar isterim tabii.

Ama tek istediğim mutlu olmaları... Bir de âşık olsunlar isterim.

Kitaptan “Bir yılın sonunda ilk kez biri bana ‘Nasılsın?’ diyordu”

-  Dağhan birden çok aykırılıkla dünyaya gelmişti. Çift taraflı kalça çıkığı, parmakların yapışık olması, eklem gevşekliği, kas kalınlaşması sebebiyle boynunun bir tarafa doğru eğri olması, kas zayıflığı, göğüs kafesinin içe çökük olması, damağının olması gerekenden çok daha yüksek ve derin olması... Psikolog, doktorum ve Volkan...

Bana bir şeyler anlatıyorlardı. Taş gibi serttim. Uzaktan gelen sesler... Bir de gözyaşlarım var. Ölüm. İstiyor muyum? Evet, hemen, şimdi...

-  (...) Dağhan koştur koştur gelmiş, yatağa, yanımıza zıplamış. Komiklikler yapıyor. İçeriden Siva’yı getiriyorum. Dördümüz yataktayız. Çığlıklar ve kahkahalar arasında geçen gıdıklama, öpüşme, sarılma anları... (...) Bu manzara benim en büyük hayalim.

 
-  Sürekli Volkan’ın beni yalnız bırakmasından şikayet ediyordum. Ama ondan yardım istemeyen bendim. Hiç “Çok yorgunum, bu gece de sen kalk” dememiştim.

-  Bir dostumu arayıp dertleşmek gelmiyor içimden. Zaten ben Dağhan’la ilgili bir şeyler anlatmaya başladığımda sohbeti kısa kesiyorlar. (...) Acaba dostlarım için artık manasını yitiriyor mu anlattıklarım?

-  Doktor “Dağhan’ın durumunu harika anlattınız. Ama ben başka bir şeyi merak ediyorum. Özge Hanım, siz nasılsınız?” dedi. (...) Bir yılın sonunda ilk kez biri bunu soruyordu.

 
-  Hep kendimi öldürüyorum hayallerimde. Genelde bir kaza ile. Aklım başımda düşündüğüm zamanlarda intihar fikri çok uzak. Çünkü Allah’a inanıyorum. (...) Arada da Dağhan’ı öldürüyorum hayallerimde. (...) Sonra bunu düşündüğüm için kendime Tokat atıyorum.

-  En son aldığım mesajda biri şöyle diyor; “Sevgili Özge, kırılma ama Dağhan’ı çok kullanıyorsun.” Mesajı okudum ve yerime mıhlandım. İçime işledi bu sözler.

-  Özge, evladını normalleştirmeye çalışma. Onu kabullen. (...) Mesela üçüncü yaş gününde yataktan düştüğü için ne kadar mutlu olmuştun. Çünkü yataktan inmeye çalışmıştı! Umutla dolduğun zamanları hatırla.

Haber Kaynağım :
Röportaj ve Yazan : Güliz Arslan
http://www.milliyet.com.tr/